Bir Yaşlı Grafikerden ANILAR

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
REKLAM AJANSI EMİR ERİNİZ DEĞİLDİR! (BÖLÜM 1)

Bu başlık 1975-1978 yılları arasında İstanbul telefon rehberinde sarı sayfalar içerisinde REKLAM AJANSLARI bölümünde yer alıyordu.

Çeşitli reklam ajansları kendilerini tanıtan reklamlar vermişler, mesleklerini nasıl daha farklı ve daha iyi icra ettiklerini gösteren yazı ve resimlerle imaj ve müşteri kazanmaya çalışıyorlardı.

Yukarıdaki sloganı yazan reklam ajansı AJANS 70 adında bir reklam ajansıydı.

Demek ki 1970 yılında kurulmuş bir firma idi ve bu yüzden adına Ajans 70 demişti. Bir de Ajans 72 vardı.

Ne tesadüftür; ben her iki firmada da grafiker olarak çalıştım.

Ajans 72 Aksarayda Valide Camiinin karşısındaydı. Sahibi Ferit bey idi. Sekreteri Türkan hanımdı. Daha çok açık hava reklamları yapardı. Sekreteri veya genel müdür yardımcısı Türkan hanım o günlerde çok moda olan Ferdi Özbeğen’in kasetlerini çalar, bize de dinletirdi. Biz de mecburen dinlerdik, teybi sonuna kadar açardı. Ümit Besen daha şöhret olmamıştı.

Biz Zülfü Livaneli ve Ruhi Su dinlerken, Ferdi Özbeğen dinlemeyi kültürsüzlük sayıyorduk. Oysa en kültürlüler bile tavernalarda bu müziklerle eğleniyordu.

3-4 yıl önce Ferit abiyle telefonda görüştüm. Ferit abiyle Türkan hanım evlenmişler. 25 yıl önce evli değillerdi, sadece mesai arkadaşıydılar.

O günlerde Önem Halıları diye bir firmanın basın ve TV reklamlarını yapardık. TV henüz tek kanallı ve siyah beyazdı. Bulduğumuz harika slogan, “ben hanıma önem veririm, ben de halıma önem veririm, Önem HALI!” şeklindeydi. Reklam filmlerinde tiyatro sanatçısı Pekcan Koşar oynamıştı.

Ferit beyle biz ayak üstü slogan bulurduk. Reklam fotoğraflarını benim çektiğim olurdu. Yani metin yazmaya, reklam fotoğrafı çekmeye, Letrasetle başlık yazmaya, karanlık odada agrandizörde fotoğraf kağıdına amblem logo basmaya kadar, hatta Türkan hanım olmadığı zamanlarda telefonlara bakmaya kadar her işi yapardım.

Bir tek dükkanı silip süpürmediğim kalırdı. Bir gün grafiker dostum Atilla Demiriz aramıştı, telefonda sesini tanıyamadım, siz kimsiniz demişti bana, ben de “grafikerim burada” diyeceğime, “Ferit beyin işçisiyim” demiştim.

Kızmıştı, “ya oğlum, işçi misin be, grafikerim” desene demişti.

Grafiker miyim, işçi miyim, yoksa emir eri miyim, yoksa sanatçı mıyım, bunu kısa zaman sonra anladım…(Siz ne zaman anlayacaksınız?)

Gelelim Ajans 70’e. Bu firma da Sirkeci’den Cağaloğlu’na çıkan caddenin üzerinde, Vilayet binasının karşısındaydı. Dar uzun bir apartmandı. Bu apartmanın iki katı Ajans 70’e aitti.

Sahibi sol görüşlü bir kimseydi… Grafikerlere; örgütlenin, eziliyorsunuz, bana grev yapın, direniş yapın derdi…

Şimdilerde ünlü bir ressam olan ve yurtdışında yaşayan Ufuk Kobaş adlı bir bayan grafiker de o günlerde Ajans 70’de çalıyordu.

Ben iş başvurusu yaptığımda ajansın sahibi o güne kadar yaptığım çalışmaları görünce; “sen grafiker mi olmak istiyorsun yoksa sanatçı mı?” demişti…

Bu, çok tuhafıma gitmişti. Yani bu ajansta sanat yapılmaz gibi bir şey mi demek istemişti acaba…

Bir de reklam ajansının müşteriye yön vermesi gerektiğinden, reklam ve pazarlama bilimi ve sanatından taviz verilmemesi gerektiğini söylüyordu… Başka ajansların para kazanmak için her tavizi verdiğinden söz ediyordu… Bunu bu gün söylese anlayacağım, taa 1978lerde söylüyordu. Demek ki ya bazı şeyler değişmiyor veya bazı hastalıklar önceden kestirilebiliniyor…

Neyse girdik, çalışıyoruz. Bizim bulunduğumuz katta iki oda var; biri büyük bir oda ve vilayetin bulunduğu Ankara Caddesine bakıyor. Oda kapısının önünde merdiven boşluğu var ve öteki odanın kapısı gözüküyor. Öteki odada ise Britannica ansiklopedileri yığılı… Bu odadaki makamda ise patronun ortağı bir genç adam var. Belli ki iyi İngilizcesi olan ve dışarıda okumuş birisi… Hem ansiklopedi satıyor, hem de Ajans 70’in sol görüşlü patronunun ortağı veya yetkilisi… Yani hem batı kültürünün dev ansiklopedisini pazarlıyorlar, hem de işçi ve emekçiden yana gazete ve dergi çıkartıyorlar… Bu arkadaş ajansın belkemiği, bize yapılacak tasarımları anlatıyor, işi tarif ediyor. Yani müşteri temsilcisi… Bir de etkili konuşma sanatı dersleri almış olacak ki, konuşurken asla makam koltuğuna oturmuyor, uzun kanapede yanımıza oturuyor ve zaman zaman kolunu omuzumuza atıyor. Bayanlarla da böyle mi konuşuyor diye hep merak etmişimdir bu güne kadar.

Biz üst kattayız. Üst kat çatı katı… Üzerinde dam var ve kışın çok soğuk oluyor. Patron katı ise alt kat… Ara sıra patronun yanına giriyoruz… Odası hamam gibi… Neyle ısınıyor anlayamıyoruz. İş hanında kaloriferler yok…Bizim elektrik sobası ise sadece kendini ısıtıyor kocaman salonda… Camlar da alüminyum doğrama ve soğuk içerde…Yalıtım yok.

Allah allah… O sıcakta rahat rahat telefon görüşmelerini yapıyor, biz soğukta çalışamıyoruz, ellerimiz donuyor…

O sıralar tek renkli ve tek kanallı TRT 1 televizyonunda bir İngiliz dizi filmi oynuyor. Upstairs and Downstairs adında… Üst kattakiler ve alt kattakiler yani…

Film 1800 yıllarında bir şatoda geçiyor… Soylu bir Kont var ve geniş ailesiyle bir şatonun üst katında yaşıyor. Alt katta ise uşaklar, aşçılar, hizmetçiler, bahçıvan ve seyisler yaşıyor…

Herkes herkese karşı ölçülü ve saygılı… Tipik bir İngiliz demokratik bürokrasisi içinde avam ve elit bir arada mutlu bir biçimde yaşıyorlar…

Oysa bizim ajansta alt kattakiler ve üst kattakiler arasında değil demokrasi, normal bir bürokrasi bile yok. Durum biraz ters, üst kattaki işçiler donuyor…

Hani patronumuzun dediği grev ve direnişi yapacağız ama önce ısınmamız lazım.

O sıralarda da televizyonda Izocam diye bir firmanın reklamı oynuyor. Çizgi film olarak yapılmış. Çatısını izocamla kaplatmayıp ısı yalıtımı yapmayan bir apartmanda, üst katta oturan aile; kapıcııı diye seslenip, yak şu kaloriferi donuyoruz diyor. Kapıcı kalorifer kazanına kömürü dolduruyor, bu serfer alt kattaki aile çıkıyor; söndür şu kaloriferi pişiyoruz diyor. Kapıcı şaşırıp kalıyor. Sonunda çatıyı izocamla kapatıp bu sorun halloluyor…

Hem bu reklam filmi, hem de Üst kattakiler-alt kattakiler adlı İngiliz dizi filminden etkilendim. En çok da soğuktan titreyerek fırça, kalem ve gretuar (maket bıçağı) kullanmaktan etkilendim. (O zamanlar Mouse yoktu, biz Mouse denilince Walt Disneyin Micky Mouse’unu anlıyorduk)…

Zaten karikatür de çiziyordum. Tuttum bir karikatür çizdim. Aynı İngiliz dizi filmi gibi üst kattakiler-alt kattakiler yazdım.

Üst kattaki salonda battaniyelere sarınmış halde hem çalışan hem titreyen grafikerleri, alt katta da rahatça oturan patronu çizdim. Sanırım, patrona da “bu elemanlar hem donuyorlar hem grev yapmıyorlar, nasıl işçi bunlar” gibi bir laf söylettim.

Karikatürü duvara astım…

Sonra ne oldu hatırlamıyorum. Pek hoş karşılanmadığı kesin… Ama kovulmadım. Oranın tadı kaçtı… Grev yapamadan ben ayrılmak zorunda kaldım.

Ama aklımda ne kaldı biliyor musunuz?
Evet reklam ajansı hiç bir müşterinin emir eri olmamalıdır. Yani müşteri ajansa her dediğini yaptıramamalıdır, ajans müşteriye yön vermelidir, müşteri ajansa değil…

Bu yüzde yüz doğrudur…

Ama grafiker de emir eri değildir. Yanına oturan bir müşteri şurasını şöyle yap, burasını böyle diyorsa…Tasarımı grafiker değil, müşteri yapıyorsa… Grafiker sadece müşterinin bilgisayar kullanan eli oluyorsa….

Hele hele zor koşullar altında çalışmaya zorlanıyorsa... Hele buna itiraz etmiyorsa... Hele arkadaşlarından daha ucuza çalışıp onları işinden ediyorsa...

O grafiker de grafiker değildir… diyecem ama dilim varmıyor...

Faruk ÇAĞLA
 

Serkan Baysal

Altın Üye
Altın Üye
Uzman Üye
Kayıt
10 Haziran 2008
Mesaj
2.204
Tepki
76
İçerisinden dersler çıkarılabilecek çok güzel bir yazı. Okurken gözümde canlandırdımda bazı yerlerde gerçekten gülerken bazı yerlerdede şaşırmadım desem yalan olur.

Bugünün koşulları ile o günün koşulları arasında büyük farklılıklar var. Bunların en önemliside teknoloji sanırım. Artık ne ısınmak nede serinlemek problem. Daha rahat ortamlarda, teknolojinin velinimetlerinden faydalanarak rahat rahat çalışıyoruz diyecem ama benimde dilim varmıyo ;)
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Ama grafiker de emir eri değildir. Yanına oturan bir müşteri şurasını şöyle yap, burasını böyle diyorsa…Tasarımı grafiker değil, müşteri yapıyorsa… Grafiker sadece müşterinin bilgisayar kullanan eli oluyorsa….

Hele hele zor koşullar altında çalışmaya zorlanıyorsa... Hele buna itiraz etmiyorsa... Hele arkadaşlarından daha ucuza çalışıp onları işinden ediyorsa...

Hadi teknoloji değişti... Bunlar değişti mi? Buna dilimiz varıyo mu?
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
REKLAM AJANSI EMİR ERİNİZ DEĞİLDİR! (BÖLÜM 2)

Kültür Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Benian Kalafatoğlu anlatmıştı. (Aynı cümleler ve kelimelerle değil, aklımda kaldığı kadar, mealen aktarıyorum.)

Türkiye’nin çok ünlü peynir ve süt üreticisi bir firma, büyük ve ünlü reklam ajanslarından biri ile çalışıyormuş…

Süt ve peynir üreticisi firma ajanstan reklam kampanyası istemiş. Ajans da birkaç çeşit slogan ve başlıklar bulmuş. Bunlara uygun grafik tasarımlar yapmış.

Taslaklar renkli çıkışlar haline getirilmiş, ajansın müşteri temsilcileri vasıtası ile peynir ve süt firmasına götürülmüş.

Süt firmasının müdürleri taslaklara bakmış, incelemiş. Müşteri temsilcilerine fikirlerini söylemişler.

Bu arada bir tasarımı beğenmişler, bu tasarım olsun demişler. Yalnız başlığını beğenmedik. BU TASARIM, BU GÖRSEL okey, AMA BAŞLIK değişsin DEMİŞLER. Bu başlık yerine şu yazılsın demişler. Müdürlerden biri, renkli çıkıştaki başlığın üzerini karalamış, kendi uygun bulduğu başlık metnini kenarına yazmış, BAŞLIK BU OLSUN demiş. Bu haliyle kampanyayı ONAYLIYORUZ, gazete ve dergilerde yayınlanabilir diye OKEY imzasını da çakmış.

Müşteri temsilcisi bayan İŞİ SATMIŞ OLMANIN mutluluğu ile, ajansa geri dönmüş. Patron ile görüşmüş, kreatif ekip ile görüşmüş. Gazetelerden yerler ayarlamış, milyarlar tutan kampanyanın hazırlığına başlamış.

Bu arada patrondan telefon gelmiş. Odasına çağırmış. Patron demiş ki;
-Müşterimiz olan süt ve peynir firmasının tüm yetkililerini yarın veya öbür gün ajansımıza tam kadro olarak çay partisine çağıralım. Kampanyayla ilgili çok önemli görüşlerim olacak.

Müşteri temsilcisi bayan bir anlam verememiş. Her şey tamam; iş okeylenmiş, medyadan yerler ayarlanmış, kreatif ekip çalışmalara devam ediyor… Bu toplantı da neyin nesi, demiş… Demiş ama patronun bir bildiği vardır deyip müşteriyi aramış, bir gün sonrası için ajansa gelmeleri konusunda anlaşmışlar.

Beklenen gün gelmiş, çatmış. Süt ve peynir firmasının yetkilileri çaylarını içmiş, pasta ve kurabiyelerini yemişler. Ajansın patronu söz almış. Projeksiyon makinesini çalıştırmış. Sahneye üzeri çizilmiş taslak gelmiş.
-Arkadaşlar bu taslağın üzerindeki başlığı beğenmeyip üzerini çizmişsiniz ve kendi uygun gördüğünüz başlığı yazmışsınız demiş.

Müşteriler dona kalmışlar…

Ajans patronu sormuş;
-Bizim yazdığımız başlığın üzerini çizip kendi başlığını yazan arkadaşınız kim? demiş.

Müşterilerin içinden bir yönetici çıkmış, benim demiş. Ajansın patronu sormuş; firmanızdaki göreviniz nedir? Demiş. “Üretim müdürüyüm” demiş. Ajans patronu sormuş; “peynir ve süt ürünleri mi üretirsiniz?” demiş. “Evet” demiş. “Peki reklam üretir misiniz? demiş. “Hayır ama reklamdan anlarım” demiş müdür.

Bunun üzerine ajans patronu demiş ki, “ben de peynirden anlarım” demiş, ilave etmiş; “şimdi ben sizin fabrikanıza gelsem, peynirlerinizi tatsam, tadını beğenmesem, tüm üretimi kenara itip, benim dediğim tarzda üretim yaptırmaya kalksam, ne düşünürsünüz, bu adam peynirden anlıyor mu dersiniz?”demiş.

Millet yine şok olmuş. Ajans çalışanları eyvahlar olsun müşteri kızacak ve bize verdiği işleri geri çekecek diye düşünmeye başlamışlar.

Süt firmasının yetkilileri yerin dibine girmişler. Onlar ajanstan böyle bir tepki beklemiyorlarmış…Onlar ajansı emir eri gibi görüyorlarmış.

Ajans patronu devam etmiş;

-Arkadaşlar herkes kendi mesleğini yapsın, biz nasıl süt ve peynir üretmiyorsak, reklam üretiyorsak, peynirciler de reklamcılık yapmaya kalkmamalı. Reklamcılığa hevesli kişiler de sütçülerde değil reklamcılarda çalışmalı. Eğer reklamcıda çalışmayacaksa, reklamcıya saygısı olmalı. Bu nedenle reklamcısına saygı duymayan müşterilerle çalışamayız. Lütfen hepiniz burayı terk ediniz. Kovuldunuz!

(F.Çağla’nın bir sözü; haklı olmak yetmiyor, güçlü olmak da lazım)



 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
(GRAFİKER –veya reklamcı- EMİR ERİ MİDİR?) (BÖLÜM 3)

YIL 2000, ET LOKANTALARI ZİNCİRLERİ SAHİPLERİNDEN
KILLI KADAYIF KARDEŞ NE DEDİ?


Mecidiyeköy’ de 5-6 kişilik kadrosu olan bir ajansta çalışıyordum. O günlerde hızla büyüyen Orta Doğu Arap-Kürt sofrası kebapçı zincirlerinden bir tanesine broşür hazırlıyorduk.

Firmanın reklam işleriyle görevlendirdiği genç ve güzel bir bayan yetkili ile karşılıklı saygı çerçevesinde zevkli bir ön çalışma yapmıştık…

Daha sonra son değişiklikler için bu bayan, patronlardan biriyle geldi. Gelen patron kardeşlerden biriydi, göbeğine kadar açık kıllı göğsü ve gerdanındaki parmak kalınlığındaki altın zinciri ile restoran zincirlerinin servetine ve Abuzer Kadayıf tiplemesine aynen uyuyordu.

Önce parayı, sonra kadını belli bir yaştan sonra gördüğü için yanındaki güzel bayana hava atıyor, grafik tasarım üzerinde istediği olur olmaz değişiklikleri bana yaptırıyor, bayana da ikide bir “nasıl oldu” diye soruyordu. Bayan kaçamak cevaplar veriyordu, çünkü tasarım artık tasarım olmaktan çıkıyordu. Bay kıllı kadayıf umduğu takdir ve desteği bayandan göremiyordu.

Tasarım katliamına son vermek için son bir şansımı deneyerek hiç de kullandığım bir üslup olmadığı halde, istenilenlerin grafik tasarım kurallarıyla bağdaşmadığını güzel sanatlar okullarında böyle öğretilmediğini söylemek talihsizliğinde bulundum. Aklımca, mektepli olmama sığınacak ve tasarımı kurtaracaktım.

Adam aynen şunu dedi;

-Ben senin gibi güzel sanatlar tahsili almadım, ama bu tasarımın parasını ben veriyorum, senin zevkine göre değil benim zevkime göre yapacaksın. Senin dediğin değil, benim dediğim olacak.

İnanın, herkesin bildiği ve dillerde dolaşan “Kro’yum Ama Para Bende” sözünün bir başka ifadesiydi…O sözü duyar fakat inanamazdım, canlı örneğini o zaman bu muhabbette yaşadım.

Bu muhabbetten sonra; para ile kültürün aynı adamda olmadığını çok daha iyi anladım.

Kıllı kadayıf, bayanın gözünde aklı sıra bir zafer kazanmıştı… Parasını sokağa atarak berbat bir tasarım yaptırmıştı.

Bir an, çalıştığım ajanstan istifa etmek aklıma gelmişti, ama hayat şartları vesaire diye özetlediğimiz gerekçeler yüzünden yapamamıştım.

Bu olaydan sonra reklamcılık biliminin kurallarına göre doğru reklam yapmak yerine, müşterinin beğenisine göre reklam yapmak zorunda kalanlara daha bir hoşgörü ile yaklaşmaya çalıştıysam da; asıl reklamcıları bu duruma iten koşullardan nefret etmeye başladım.

Parayı verenin düdüğü çaldığını, kendi parasıyla kendi reklamını rezil edenlerin sayısının da hayli fazla olduğunu zaman geçtikçe daha iyi anladım.
 

şahrud

Üye
Kayıt
24 Temmuz 2008
Mesaj
59
Tepki
4
herkesin bir anısı vardır mutlaka, sizin anılarınızı okumak hele gene 70lere ait o dönemlerin anıları olunca beni hep cezbetmiştir teşekkürler hocam.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
REKLAMCIYI EMİR ERİ GİBİ GÖRMEK İSTEYEN BİR FİRMA DAHA (BÖLÜM 4)

BEBEK KOLTUĞUNDA İLLA BEBEK OLACAK !

Türkiye’de ilk beşe giren şehirler arası otobüslerle yolcu taşıyan firmalarından biri, bebekli bayan yolcuların bebeklerini bedava taşımaktan bıkmış. Çünkü anneler tek kişilik bilet alıp, toplumdaki anneye saygı duygularını kullanıp yanlarındaki boş koltuklara bebeklerini oturtarak adeta gasp ediyorlarmış.

Firmanın üst yönetimi bu duruma son vermek için, aynen otomobildeki gibi bebek koltuğu modelini uygulamaya karar vermiş.

Bu büyük otobüs firmasının genel müdür yardımcısı bayanı yaklaşık 20 yıldır tanıyordum.

Kendisi yabancı dille eğitim yapan bir fakülteyi bitirmiş, araştırma geliştirme ve sistem analiz uzmanı olarak bazı önemli sigorta, banka ve finans kuruluşlarında çalışmış , çağdaş ve modern kültüre sahip bir hanımefendiydi…
Ama gelin görün ki, çağdaş bilimin uygulanmadığı ortamlarda insanlar ne hale geliyor…

Bakın ne yapmışlar;
Firmanın üst yönetimi, çeşitli reklam ajanslarından fiyat teklifi almadan önce kendi kafalarından bir konsept ve brief belirlemişler. Demişler ki, biz bebek koltuğu uygulaması başlattığımıza göre, öncelikle bunun için bir bebek koltuğu ve bir bebek gerekiyor. O halde canlı bir bebeği, bebek koltuğuna oturtacağız, bu bebek koltuğunu da otobüs koltuğuna yerleştireceğiz. Sonra bir fotoğrafçı çağıracağız, ve fotoğraf çektireceğiz.

Yani buraya kadar sistem analisti veya ekonomist olarak reklam ajansı adına düşünüp ne yapılacağına hatta nasıl yapılacağına karar vermişler…

Gerçek bebek fotomodeller bulmuşlar, fotoğrafçı çağırmışlar, fotoğrafları çektirmişler, fakat beğenmemişler… Nerede hata yaptık demişler, biz en iyisi bu işi reklamcılara bırakalım demişler. Demişler de bakın nasıl bir mektup yazmışlar;
1-Firmamız yukarıda sayılan gerekçelerle bebek koltuğu uygulamasına geçecektir.
2-Bunun için canlı bebek ile bebek koltuğu resimleri çekilecektir.
3-Fotoğraf çekimi ücreti günlük veya diapozitif rulo film başına ne kadar bir maliyet tutmaktadır? İlave rulo çekimleri ne kadardır?
4-İstanbul’dan şehrimize gelecek olacak fotoğrafçıların yol ve konaklama ücretleri tarafımızdan karşılanacaktır.
5-Sözü edilen fotoğraflar çekildikten sonra,
a)-Bir adet yatay bill-board çalışması yaptırılacaktır, bunun tasarım bedeli ne kadardır.?
b)-Bir adet dikey 50-70 cm afiş çalışması yapılacaktır, tasarım bedeli ne kadardır?
c)-Bir sayfalık dergi reklamı yapılacaktır, tasarım bedeli ne kadardır?
d)-Bir adet otobüs bileti tasarımı yapılacaktır tasarım bedeli ne kadardır?
Dikkat edilirse, bu kültürlü ve tahsilli üst yönetim sanki 5 tane buzdolabı, 7 adet çamaşır makinesi, 4 adet otomobil satın alır gibi, sanki kapalı zarf yöntemi ile fiyat teklifi alır gibi mektup yazmış.

Üstelik fotoğrafın nasıl çekileceğini, grafik tasarımların hangi ölçülerde nereye uygulanacağı bile belirtilmiş. Bir tek başlık yazısı bulmadıkları eksik kalmış.

Sanki tasarım bilseler oturup bilgisayarda kendileri yapacaklar.

Zaten reklam ajansı nedir ki, 2 grafiker, bir söz yazarı…Bir de müşterilere gidip gelen onların isteklerini ajansa bildiren elçi görevi gören müşteri temsilcisi. Ha bir de onları kullanıp, müşterilere de kullandırtan patron… herhalde onların gözünde reklam ajansı bu…

Hani bu kültürlü yöneticilere vay ayı vay! diyeceğim de dilim varmıyor… Onları ajans değil matbaa paklar diyeceğim ama matbaaya da yazık.

Neyse, bu bayan benden de bir teklif istedi;
Verdiğim teklif aynen şöyle;

1-Anlatılan brief doğrultusunda ne gibi reklam konsepti yaratılacağına, bunun içinde fotoğraf çekiminin olup olmayacağına reklam veren değil, reklamcı karar verir.


2-Kanımızca, otobüsteki bebek koltuğu uygulaması konsepti bir adet biberonun otobüs koltuğuna emniyet kemeri ile bağlanması şeklinde de anlatılabilir, konu bebek fotoğrafı yerine sempatik bir bebek karikatür çizimi ile de anlatılabilir, bunun yaratıcılığı reklamcıya aittir, reklam veren sadece elde etmek istediğini anlatmalıdır. Sonuca gidecek en etkili yolu reklamcı saptar ve uygular, zaten reklamcı bunun için reklamcıdır.


3-Fotoğraf çekimi gerekiyorsa bu işlemin İstanbul’daki stüdyolarda yapılması uygundur, 3 makara roll film veya günlük 500 US dolardır. İlave olarak manken, fotomodel ve dekorasyon ücreti alınır.Her ilave makara film için 200 dolar alınır.

4-Reklamcı, mümkün olduğunca müşterisinin bütçesini korumak ve israfı önlemekle yükümlüdür, çok gerekmedikçe fotoğraf ve prodüksiyon masraflarına girmeden, tümüyle yaratıcı grafik çözümlemelerle gereken mesajı vermekten yanadır. Bebek fotoğrafı herkesin aklına gelebilecek bir çözümdür. Reklamcı; etkili reklam yapmak şartıyla, sıradan olanın dışına çıkabilendir.

5-Afiş, billboard gibi uygulamaların her birine tasarım ücreti ödenmesi israftır.

6- Bir defaya mahsus olmak üzere 3000 dolar KONSEPT ve KAMPANYA tasarım ücreti alınır.Bundan sonraki her iş için;
a)-Bill board için 200 dolar uygulama bedeli,
b)-Afiş için 200 dolar uygulama bedeli,
c)-Dergi reklamı bir sayfa olmak zorunda değil, belki bir birini izleyen 2 sayfa halinde olacaktır, belki karşılıklı iki sayfa olacaktır, karşılıklı iki sayfa olursa bilboardın versiyonu, tek bir sayfa olacaksa afişin versiyonu olacaktır, buna da 200 dolar uygulama bedeli,
d) Otobüs bilet dizaynına 100 dolar uygulama bedeli
TOPLAM 3700 dolar.
Genel müdür yardımcısı telefonda şöyle diyordu;
-Faruk bey fiyat teklifiniz diğer ajanslarınkine hiç uymuyor, firmamızın üst yönetimi sizin mesleğinizdeki başarınız ve tecrübeniz hakkında kuşkuya düştü. Dalga geçiyorsunuz gibi bir izlenim edindik.Bu güne kadar çok farklı reklamcı ve matbaacılarla çalıştık, sizin gibi değişik teklif verene rastlamadık. Onlar her bir kalem mal için ayrı tasarım fiyatı çıkarıyorlardı. Kusura bakmayın, başka teklifleri değerlendireceğiz.
Sonradan öğrendiğime göre, diğer reklamcılar her bir kalem için 2000 dolar, 1000 dolar, 3000 dolar fiyat çıkartmışlar, toplam olarak 7-8 bin doları bulmuş…Fotoğraf ile 10 bin doları bulan fiyatlar gelmiş…

Sonunda bu fiyatları yüksek bularak, otobüslerin üzerine logo ve amblemlerini yapan tabelacı grafiker karışımı bir gence bu işi vermişler. Nasıl olsa eski tanıdıkları imiş. Ve DEDİKLERİNİ YAPACAK BİRİSİ…

Eski dostum genel müdür yardımcısı bayan bana bu bilgileri verdi…ve ekledi;
-Faruk bey aslında sizinki en makul olanı idi ama alışılmadık bir teklifti. Alışmadıkları için şok etkisi yarattı.. Yine kendi alıştıkları yöntemi tercih ettiler, alıştıkları kişiye iş verdiler…
Demek ki düşünce sistemi de bir alışkanlık, kültür veya kültürsüzlük de bir alışkanlık…

Demek ki insanlar uyuşturucuya da böyle alışıyor, zulüm ve haksızlığa da böyle… Aptallığa ve salaklığa da böyle alıştırılıyor.. Kültürsüzlüğe de...

Bütün mesele KÜLTÜR !!! Reklam, bir kültür işi !
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@şahrud

BU ANIM, 70 li YILLARA AİT değildi. 2000 li yıllara aitti.
Bebek koltuğu da öyle.

Nedense yıllar dikkatinizi çekiyor, olaylar ve kıssadan hisse değil.

Çok ilginç.

Oysa yılları boşverip olaydan çıkan derse odaklansanız daha isabetli olur gibime geliyor, ne dersiniz?
 

şahrud

Üye
Kayıt
24 Temmuz 2008
Mesaj
59
Tepki
4
@farukcagla

tartışma yaratmak için fırsat kolluyorsunuz tabiki okudum yazınısı burda tek tek önemli gördüğüm noktaları belirtmek zorundamıyım, size teşekkür ettim buna dikkat edeceğinize 70li cümleme takılmışsınız ne hikmetse
size iyi forumlar
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@şahrud

1-Tartışma yaratmak için fırsat kollamıyorum.
2-Önemli gördüğünüz konuları tek tek belirtmek zorunda değilsiniz.
3-Ama niçin 70 li yılları önemli gördünüz, buna halen cevap alamadım.
4- Toplam 4 adet yazımdan sadece ilk yazım 70 li yıllara ait idi. Bunu düzeltmek istedim. Bunu belirtmek tartışma yaratmak mıdır? Fırsat kollamak mıdır?
5-ne hikmetse diyorsunuz, ben de ne hikmetse 70li yıllar ilginizi çekmiş diyorum.

Size de iyi forumlar, çok yararlı oluyorsunuz.

(NOT; Bir şey daha; FORUM kurallarını okursanız, teşekkürler, eline sağlık gibi kısa cevaplar vermek yerine daha uzun ve daha konuyla bağlantılı cevaplar tercih edilmeli diyor... BU da mı tartışma yaratmak için bahanedir?)
 
Yukarı Alt