İslâm dünyasının kült filmi “Çağrı”nın özgün müziği, duygusal Müslümanların en gözde melodisi olarak bugün artık kişisel bilgisayarlardan cep telefonlarına kadar hemen her yerde sık sık karşımıza çıkıyor. Ancak, gönül tellerimizi titreten bu besteyi yıllardır derin bir hayranlıkla dinleyen müzikseverlerin ezici bir çoğunluğu ise onu arşivlere kazandıran büyük sanatçıyı neredeyse hiç tanımıyor.
Sinema tarihinin en verimli “soundtrack” bestecilerinden biri olarak kabul edilen Maurice Jarre geçtiğimiz 14 Eylül’de 82 yaşına bastı. Bugüne dek çoğu sinema tarihinin klasikleri arasına girmiş- 110’ün üzerinde filmin müzik çalışmasını gerçekleştiren sanatçı, “Çağrı”nın yanısıra 1980’lerin başlarında bir başka Mustafa Akkad filmi olan “Çöl Arslanı Ömer Muhtar”ın da müziklerini bestelemişti.
“Teklifini bir şartla kabul ediyorum. Eğer bana rahatça çalışmam için gerekli koşulları oluşturabilirsen ben de sana unutamayacağın bir armağan sunabilirim. Ancak bunun için en az birkaç ay boyunca çölde yaşamam gerekiyor. Çölün atmosferini ruhumun derinliklerinde hissetmeden böyle bir film için tek bir nota bile üretemem. Bana hemen çekim mekânlarınıza yakın bir konaklama merkezi ayarla. Benden başka hiç kimsenin olmayacağı, son derece sessiz bir mekan olsun bu. Ayrıca İslâm tarihini anlatan kitaplar da getirt.”
Suriye kökenli Amerikalı Müslüman yönetmen Mustafa Akkad, 1974 yılında çekmeye başladığı efsanevi filmi “Çağrı” için dönemin en pırıltılı -ve de en pahalı- film müziği bestecisi Maurice Jarre’a (“Moris Jâr” olarak okunur) başvurduğunda, ondan aldığı cevap üç aşağı beş yukarı böyleydi. Allah’tan ki Akkad tipik bir Yeşilçam ucuzculuğu içinde “Yok devenin nalı, bari Boğaz’da bir de kat ve yat isteseydin” diyerek Jarre’ı reddetmeye kalkmamış; çünkü aksi bir durumda hiçbirimiz bugün cep telefonlarımıza kadar yayılmış durumdaki o yürekleri titreten melodiyi gözpınarlarımız dolarak dinleyemeyecektik.
Köken olarak Doğulu olmasına karşın profesyonellik bilinci açısından fazlasıyla Batılı bir yapımcı-yönetmen olan Akkad, o dönemde Jarre’ın bütün isteklerini kabul ederek bizlere bu unutulmaz filmi aynı derecede etkileyici olan müzikleri eşliğinde armağan etmekle kalmadı; film müziği besteciliğinin bu büyük ustasıyla aralarında oluşan dostluğu iyice geliştirerek, 6 yıl sonra bir başka epik başyapıta daha imza attı: “Çöl Arslanı Ömer Muhtar”…
Bu filmde de “özgün müzik” ibaresinin altında yine Maurice Jarre imzası yer alıyordu. Tam bir mükemmeliyetçi olan Akkad, “paranın ve dostlukların satın alabileceğinin en iyisi” şeklinde özetlenebilecek olan çalışma felsefesini “görüntü yönetmenliği” koltuğuna da aynen yansıtmış, kreatif ekipteki bu hassas pozisyonu ise bir başka profesyonele, İngiliz görüntü yönetmeni Jack Hildyard’a (“Kwai Köprüsü”) teslim etmişti. Hilyard tıpkı Jarre gibi yıllar sonra “Ömer Muhtar”da da görev yapacaktı.
Sinemayla arası pek de sıkı fıkı olmayan dindarların daha çok “Çağrı” ve “Ömer Muhtar” vesilesiyle, derin sinemaseverlerin ise “Arabistanlı Lawrence”dan “Doktor Jivago”ya uzanan başdöndürücü bir filmografiyle tanıdıkları büyük Fransız besteci Maurice Jarre, önümüzdeki 14 Eylül’de sanatla yoğrulmuş 80 yıllık bir kariyeri geride bırakmaya hazırlanıyor.
Bu arada hoş bir rastlantıyla, kendisini Doğu ülkelerinde adetâ bir mite dönüştüren popüler albümü “The Message”ın da içinde bulunduğumuz yıl 30’uncu yıldönümü kutlanmakta. 1’i ana, 11’i de ara tema olmak üzere 12 besteden oluşan albümün orijinal yorumu, Jarre yönetimindeki Londra Flarmoni Orkestrası tarafından ilk kez 1974’de icrâ edilmişti.
Ancak albümün ticari sürümü ise -filme eşzamanlı olarak- 1976’da gerçekleşti. Bir Avrupalı ve aynı zamanda da Katolik bir Hıristiyan olmasına karşın, -ne düşündürücüdür ki günümüzde hemen hemen yalnızca Batı toplumlarında görülebilen- güçlü bir profesyonellik duygusu içinde kendisine verilen bu görevi son derece ciddiye alan Jarre, titizliğini sanatsal dehasıyla birleştirerek yaptığı albümde İslâm’ın insanlığa “Çağrı”sını müzikal anlamda olağanüstü bir başarıyla tanımlıyordu.
Kolay hatırlanan melodileri seviyor
13 Eylül 1924’de Lyon’da doğan Maurice Jarre, müzik eğitimi aldıktan sonra sanat yaşamına 1940’larda Paris’teki “La Théâtre National Populaire”de sahne gösterilerine besteler yaparak başladı. 1952’de “Hôtel des Invalides” adlı filmin müziklerini yazarak beyazperdeye ilk adımını atan Jarre, bu alandaki şaşırtıcı yeteneğiyle çok kısa bir süre içinde önce ülkesi Fransa’da, ardından tüm Avrupa’da ve en sonunda da sinema endüstrisinin başkenti Hollywood’da büyük ün ve prestij kazandı. İlk büyük uluslararası çıkışını 1962’de “Arabistanlı Lawrence” ile yapan besteci, kazandığı bir dizi ödülün yanısıra en iyi ozgün film müziği Oscar’ını da alan bu çalışmasının ardından Amerikan sinemasının vazgeçemediği birkaç müzisyenden birine dönüştü.
Jarre, sanat yaşamı boyunca özellikle destansı bir anlatıma sahip, setleri, oyuncuları, yönetmenleri ve öyküleriyle her açıdan “büyük” olan filmlere göz koymasıyla tanındı. Nitekim, filmografisine bakıldığında, bu kararlı tutumunun karşılığını fazlasıyla aldığı da söylenebilir. Öyle ki günümüzde sinemaya ilgisi en sınırlı kişilerin bile ezbere mırıldanabildiği 4-5 film melodisi var ise, bunlardan en az ikisinin Jarre’a ait olduğunu ileri sürmek hiç de abartılı olmaz.
Sinemayı öncelikle bir kitle sanatı olarak gören sanatçı, kendisine teslim edilen filmler için ortaya koyduğu müzikal yorumlarda da daima rahat anlaşılırlığı ve akılda kalıcılığı savundu. Onun bu toplumcu tavrından dolayı günümüzde sözgelimi bir “Doktor Jivago” melodisine evlerimizdeki Çin malı kurmalı müzik kutularında ya da Anadolu yollarında giderken hemen yanımızda oturan yolcunun çalan cep telefonunda bile rastlamamız mümkün…
Güçlükle biten filmin gizli kahramanı
“Çağrı”, her ne kadar Doğu ülkelerinde yaptığı o müthiş yankıyı ABD ve Avrupa’da –malûm nedenlerden ötürü- tekrarlayamadıysa da, bu yapıt yönetmen Akkad’ın olduğu kadar bestecisi Jarre’ın filmografisinde de çok özel ve ayrıcalıklı bir yere sahip bulunuyor.
Çekimlerine 16 Nisan 1974 günü Fas çöllerinde başlanan filmin yapım çalışmaları, bu ülkedeki despotik yönetimin, senaryoda yer alan “özgürlükçü mesajlara” pek sıcak bakmaması nedeniyle çok geçmeden durakladı. Aralarında –o günlerde 50 yaşında olan- besteci Maurice Jarre’ın da bulunduğu, Anthony Quinn, Irene Papas, Michael Ansara, Michael Forest gibi popüler oyunculardan kurulu yapım ekibi, filmin geleceğine ilişkin politik, bürokratik ve finansal belirsizliğin çözüme kavuşturulabilmesi için üç hafta kadar bir otelde mahsur kalmış halde bekledikten sonra Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin davetiyle topyekün Libya’ya “taşındılar”.
Burada bir çok sahne yeniden çekilirken, bu kez de elverişsiz iklim koşulları savaş sahnelerinin çekimlerinde sık sık aksamalara neden oldu. Yoğun kum fırtınaları altında kaydedilen puslu görüntülerden pek memnun kalmayan Akkad, tam bir sinir savaşı şeklinde geçen çekimlerde yine de bir sabır küpü gibi davranarak sürekli yeni yeni çareler üretmekteydi. Ünlü yönetmen, filmin en büyük destekçisi durumundaki Kaddafi’nin önerisi üzerine, toplam 600 kişiden oluşan ekibini bu kez de başkent Trablus’un 1000 kilometre güneyindeki Sheba Çölü’ne yönlendirdi. Bu bölgedeki çekimler sorunsuz şekilde tamamlanırken aylarca çöldeki kerpiç evlerde konaklayan Jarre da nota kağıtlarında o aradığı müzikal kıvamı yakalamanın keyfini çıkarıyordu.
Çekimleri bir yılı aşkın süren, 1976 yılına kadar da kurgu ve seslendirme çalışmaları yapılan “Çağrı”, o yıl tüm dünya ile birlikte Türkiye’de de gösterime girdiğinde sinemaseverler bu çileli serüvenin (hem İslâm’ın hem de filmin doğuşu anlamında!) insanın içini burkan o ünlü melodisiyle ilk kez yakından tanışmış oldular. Film, ABD’de –tıpkı şimdilerde Fahrenheit 9/11’in başına geldiği gibi- çoğunlukla kenar mahallelerin kötü sinemalarında sınırlı ölçekte gösterime sokulmasına karşılık, İslâm ülkelerinde ise aylarca, hattâ Türkiye’de olduğu gibi yıllarca gösterildi ve büyük bir başarı kazandı.
Bu arada, tıpkı filmin kendisi gibi tanıtıcı yazıları da Batı basınında zar zor yer bulabiliyordu. Bunlardan biri de Los Angeles Times’ta yayımlandı. Gazete “Çağrı” için “Göz kamaştırıcı biçimde yapılmış” cümlesini kullanmaktaydı. (Filmin ilk gösterime girdiği yıllarda ABD ve Avrupa’dan hiç yüz bulamamasına karşılık, ses ve görüntü açısından yenilenmiş olan DVD versiyonunun özellikle 11 Eylül olayından sonra aynı ülkelerde büyük ilgi görmeye başladığını da hemen hatırlatalım.)
Bu çalışması nedeniyle hiçbir ödül almamasına karşılık, filmografisinde “Çağrı”yı ve diğer “Doğulu” filmi “Ömer Muhtar”ı her zaman ön sıralarda sayan Maurice Jarre, 2001 yılında “Uprising” adlı bir televizyon filmine yaptığı beste çalışmasıyla beyazperdeden resmen emekli olduğunu ilân etti. O tarihten bu yana Paris’teki malikânesinde inzivaya çekilen ve müzik çalışmalarını artık yalnızca kişisel bazda sürdüren sanatçının az bilinen bir başka özelliği de, “new age” adlı müzik akımının önde gelen temsilcilerinden biri olan Fransız besteci Jean-Michel Jarre’ın babası olması…
Bu sanatçı da daha çok elektronik ağırlıklı altyapıya sahip besteleriyle Türkler için özel anlamı olan bir başka filme, Peter Weir’in 1981 yapımı “Gelibolu”suna katkıda bulunmuştu.
Anlaşılan o ki sinema ve müzik gibi “hafif meşrep” sayılan işleri İslâm dünyasında da Jarre kadar ciddiye alan “işinin namuslusu” dahi besteciler ortaya çıkana kadar, bizler, yani Doğu ülkelerinin “kültürel tüketicileri”, sevgili Peygamberimizin Mekke’ye girip Kâbe’deki putları kırdığı o tarihi değiştiren anları hayâl dünyamızda daha uzunca bir süre boyunca bir Frenk’in dokunaklı nâmeleri eşliğinde canlandırmaya devam edip duracağız!