Cihat Şeker
Üye
- Kayıt
- 7 Haziran 2008
- Mesaj
- 533
- Tepki
- 6
Seni seviyorum Kevin Seni ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Bir belgesel izleme niyetiyle kendimi son dakikada attığım sinema salonunda boş bir koltuk ararken gözlerimiz karşılaştı ve ben festival şizofrenisi içerisinde, gözgöze geldiğim bakışlarını 'bir yerlerden' anımsayarak atladım, boş koltuk arayışıma devam ettim. Öyle ya, bu bakışların daha koyusunu, Verbal Kint'de görmüştüm. Gözbebeklerinin kızgınlıkla daha da büyüdüğü “Yedi” (“Seven”) ya da “Swimming With Sharks”dan biliyordum. Aslında “Amerikan Güzeli” misali sen bakışlarını çaresizlikten öfke parıltılarına dönüştürmeyi becerebilen usta bir oyuncuydun.
Kevin Spacey ile gözgöze Bulduğum boş koltuğa kendimi bıraktığım anda ben de anlık şizofren dönüşümümü tamamladım ve gerçekten de seninle gözgöze geldiği anladım! Oysa biz Berlin'de yarışan “Shipping News” adlı filmin için bir sonraki gün geleceğini ve bizler için bir basın toplantısına katılacağını biliyorduk. İşte bilgi bir gazeteci için ancak bu kadar yetersiz ve anlamsızdı! Oysa sen, Berlin'e gelmişken, kurduğun yapım şirketinin belgeseli olan “Uncle Frank” adlı filme destek vemek için son anda bu gösterime davet edilmiştin. Ve ben de o gün, o saat, o salonda, o hiç bilmediğim belgesele gitmeye karar vermiş, üstelik bu kararımı uygulamıştım. Tıpkı geçtiğimiz yıl izlediğimiz “K-PAX” filmindeki gibi, sanki gezegenler bir anlığına doğru sıralanmışlar ve koskoca Berlin Film festivali'nde asla doğru film seçemeyen ben, anlık açılan uzay kapısından içeri girmiştim. Abatıyor muyum, muhtemelen evet... Muhtemelen de hayır. Çünkü “Uncle Frank” son derece keyifli bir belgeseldi. Ve sen filmin sonunda sahneye çıktın, soruları yanıtladın ve sonra benim gibi hiç de acar olmayan bir gazetecinin bile 'kendini aşıp' sana doğru tecavüzkar yaklaşımına “Amerikan Güzeli”ne bakar gibi tepki verdin. Oyunculuktan yoruldum Türkiye'den geldiğim, 'anlamlı' bilgisini verdiğimde sanıyorum neşeyle “Türkiye'de işler nasıl, iyi filmler izliyor musunuz?” gibi bir soru sordun. Ben de “Biz de sinema endüstrisi henüz oluşmadı malesef ama elimizden geleni yapıyoruz” anlamına gelen bir yanıt verdim. Üstelik soru bile sordum: “Artık 'Verbal Kint' karakterlerinin dışına çıkma çabası sonuç verdi, aktörlükte ulaştığınız bu noktada sizi neler motive edebilir? Neşeli, dost ve samimi bir ifadeyle yanıtladın: "Oyunculuk çok keyifli tabii ki ama artık biraz sıkıldığımı itiraf ediyorum. Biraz ara vermekte fayda var. Kurduğum yapım şirketiyle artık genç yeteneklere de şans verilmesini kendimce sağlamak istiyorum. Örneğin Bryan Singer bana şans verdi.
“Olağan Şüpheliler” olmasaydı, her şey benim için farklı olurdu. Biz aktörler neyse ki ve hiç değilse bir filme seçilirken bir deneme çekimine tabi tutuluyoruz. Oysa yönetmenlerin böyle bir şansı yok. Onların kendilerini ispat edebilmeleri için film çekmeleri gerekiyor. Peki filmi nasıl çekecekler!!?? Bunun için destek, para gerekiyor. İşte ben de genç yeteneklere böyle bir şans vermek istiyorum. İki yıldır senaryolar okuyoruz. Artık değerlendirme aşaması bir anlamda bitti. Şimdi icraata geçme zamanı. “Uncle Frank” de bunların küçük bir örneği. Sinemadan kazandığım parayı yine böyle yeteneklerin değerlendirilmesi için harcayacağım. Oyunculuk konusu ise bir süre bekleyebilir. Benim için artık kendi sınırlarımı deneyebileceğim roller önemli.” Peki ya yönetmenlik? Kamera arkasına geçtiğin “Albino Allegator” hatırlattım. Ve bu arada seni ayakta, etrafındaki sabırsız kalabalığa rağmen kendi tekelimde tutarak bir soru daha sorduğuma kendim bile inanamıyordum. Televole muhabirleri dahi bu 'acarlığım' konusunda bana hürmet gösterirler miydi acaba?
Yeni yönetmenlere şans vermek istiyorum! “Tabii ki yönetmenlik harika bir duygu. Uzay kapsülünü siz kullanıyorsunuz gibi. Ama bir o kadar da yorucu. Bu işi eğlence olarak yapmak istiyorsanız ve verimli olmak istiyorsanız oldukça geniş aralıklarla yapmak durumundasınız. Bu nedenle ben de temkinli gidiyorum. Öncelikle şu aralar “Shipping News”ün tanıtımı önemli. Siz filmi gördünüz mü?” Henüz göremediğimi, basın gösteriminin bir sonraki gün olacağını açıkladım. Sen devam ettin: “İşte göreceğiniz gibi oyunculukta farklı şeyler yapmak istiyorum. Herkes gibi sınırlarımı ölçüyorum. Ben filmin çok iyi olduğuna eminim. Umarım seyirci de beğenir. Çünkü böyle konulara herkes meraklı değil. Bu tür filmlerin iş yapması, öne çıkması, bağımsız projeleri desteklenmesi için cesaret verecektir." Ve uzay kapısı tekrar açıldı, ben yeryüzüne dönmek zorunda kaldım. Tekrar tokalaştığımı, bedeninin fiziksel bir olgu olmaktan çıkıp, ışık hüzmesine dönüştüğünü hissettim. Teşekkür fısıltılarım arasında kaybolmuştun ama yapımcın bana kartını vermişti bile.
Ben kendi kartımı sana verdiğime ise hâlâ inanamıyordum. Soyadımı okuyamayışın (biliyorum telaffuzu çok zor), keyifli bir edayla “bir daha söylesene" diyerek bana tekrarlatmak istemen gibi uzay boşluğunda kaybolmayacağına inandığım anlar bir yana, sana verdiğim kartvizitimin çoktan enerji boyutuna geçtiğini yani kaybolduğunu tahmin edebiliyorum. Lakin aramızdaki iletişimin kartvizit gibi maddesel ya da bilgisel verilere ihtiyacı olmadığını da zaten biliyorum. Ertesi sabah “Shipping News”te seni görmek yine şizofren bir etki yarattı bende.
Bir gece öncesi olanlar ile beyazperdedeki sen arasında 'gerçeklik' ayırımı yapmak zor oldu. Bir sinema yazarı olarak filmdeki performansın beni üzdü. Sen bir oyuncu olarak tüm duygu transformasyolarına karşın, filme oturamamıştın. Aslında film iyi değildi. Filmi burada eleştirmeyi bırakıp, basın toplantısına koşarsam eğer, salondaki sayısız gazeteciden farklı bir duyguda olduğumu belirtmem gerek. Çünkü ben seni onlardan önce tanımıştım. Elinde şampanya kadehiyle bizi kutsadın.
Samimi ve içten Zaten kanlı canlı halinin de inanılmaz etkileyici olduğunu herkes biliyordu, bizler okumuştuk bir yerlerde. Duruşun bakışın gerçekten de bir başkaydı diğer Hollywood ya da Ameikalı starlardan. Lakin yine de sana hayran olmayanlar varsa da bu yeryüzünde, ilk cümlelerinle senin müridin oldular. Aynı anda hem samimi, hesapsız, çocuksu bir coşkuyla soruları nasıl yanıtlamayı beceriyorsun, bilemiyorum. Bulaşıcı bir heyecanla etrafa bakmayı, ipe sapa gelmez sorulara bile esprili bir yanıt bulmayı nasıl beceriyorsun? Aynı zamanda hep o bilinmez mesafeyi koruyup, tıpkı Verbal Kint'in Keyser Soze karakterine hiç falso vermeden geçişi gibi “sınırı geçmeyin” uyarısını yapmanı, pozitif enerjini verirken, tehlikeli bölgelerde gezinen soruları aynı soğukkanlılıkla bertaraf ettiğini görmek kuşkusuz 'bir basın toplantısı konçertosu' izlemek gibiydi. Sen maestroydun ama yanındaki rol arkadaşın Cate Blanchett ya da yönetmenine paslıyordun sana sorulan soruları ustaca.
Evet, 'yıldız' olan sendin ama parlaklığını mesai arkadaşlarınla çaktırmadan paylaşmak gibi ilahi bir yeteneğin ya da çalışarak edinilmiş bir özelliğin vardı, sonunda hepimiz anladık. “Bu filmdeki performansı bir harika! Kevin gerçekten de Oscar adaylığını hakediyor bu rolle!” cümlelerini haykıran ve sana imzalatmak için herkese omuz atan gazetecinin elindeki “K-Pax” filmine, bir yaratık görmüş gibi baktığımı hatırlıyorum.
Mahşer yeri gibi kalabalık basın toplantısında sorular muhtelifti, mesela: “Hayvanları çok seviyorsunuz değil mi? “Evet, köpekleri özellikle çok seviyorum. Hani tüm hayvanları sevmek gerekiyor ama ben evimde böyle bir ayırıcımlık yapıyorum. İki köpeğim var.” Jack Lemmon benim her şeyimdi “Kariyerinizdeki başarınızda iki önemli insan olduğunu söylemiştiniz bir keresinde, Jack Lemmon ve anneniz, biraz anlatır mısınız?” “Jack Lemmon benim ustamdı, yol göstericimdi, babamdı adeta. Okuldayken bir gün, küçüktüm ve tiyatro izlemeye gittiğimde tanıştım onunla. Ve anlattım oyuncu olmak istediğimi. Benim gibi yeni yetme bir çocuğu bile dinledi ve bana 'eğer gerçekten de aktör olmak istiyorsan her şeyi bırak ve New Yok'a bir tiyatro okuluna git' diye tavsiyede bulundu. Düşünebiliyor musunuz Jack Lemmon beni adam gibi karşısına aldı ve konuştu. Bakınız ki yıllar sonra onunla karşılıklı oynadık aynı filmde. Benim için çok yakın oldu, her anlamda. Onsuz bu dünya daha az çekilebilir bir yer bence...” “Tiyatro sahesindeki başarınız biliyoruz. Üstelik, onlardan daha genç olsanız da Al Pacino, Robert De Niro gibi aktörleri arasınadsınız artık. Peki sahnede Hamlet'i oynamak ister misiniz?” “Masadaki su şişesini elinde tutup Hamlet takliti yaptıktan sonra, ‘Oynamak ya da oynamamak...’ Vallahi bilmem ki, aslında bir Shakespeare hayranı olarak onun bir başka eserini canlandırmak isterim elbette ama Hamlet birinci tercihim değil.” "Shipping News'de bir gazeteciyi canlahdırıyorsunuz ve gazete başlıkları çok önemli. Peki siz bir gazeteci olsaydınız Kevin Spacey'e ne sorardınız?" Duraksıyor bir anlığına... Başlık: Seni hiç ilgilendirmez!!!
Evet, biliyorum, sorular muhtelifti lakin herkes heyecanından sanıyorum, sana doğru soruyu sormakta zorlanıyordu. O kalabalıkta bir gazetecinin heyacanını hatırlıyorum. Salondaki aklı başında, oturaklı ve tumturaklı görünen bir şahsı "İşte bu filmde muhteşem bir performans sergiliyor, kesin Oscar' a aday olması gerek" haykırışıyla senin arkandan koşuşturuyordu elindeki “K-PAX” filminin DVD'siyle... Sana bir şey imzalatmak için koşuşturan, böylece tüm kasma ve savunma kalkanlarını yıkan gazeteci kalabalığının arasında işi zordu. Ben mi, ben seni izlemenin, beyazperdeden sayısız defa bahşettiğin gülümsemenden daha sıcak veda gülümsemeni izlemenin keyfini çıkarıyordum... Senin “K-PAX”teki Prot karakterine verdiğin çocuksu saflığın, saflık ile bilgileliğin o ince ve ilahi çizgisindeki dingin halin gibi bir ruh hali üşüştü üzerime..
Bilakis kendimi silkelemedim. Bir sinema yazarının bir festivaldeki şizofreni hali miydi bilinmez, İşte ben o anda, o anda tüm gerçeği anladım...
Kevin Spacey ile gözgöze Bulduğum boş koltuğa kendimi bıraktığım anda ben de anlık şizofren dönüşümümü tamamladım ve gerçekten de seninle gözgöze geldiği anladım! Oysa biz Berlin'de yarışan “Shipping News” adlı filmin için bir sonraki gün geleceğini ve bizler için bir basın toplantısına katılacağını biliyorduk. İşte bilgi bir gazeteci için ancak bu kadar yetersiz ve anlamsızdı! Oysa sen, Berlin'e gelmişken, kurduğun yapım şirketinin belgeseli olan “Uncle Frank” adlı filme destek vemek için son anda bu gösterime davet edilmiştin. Ve ben de o gün, o saat, o salonda, o hiç bilmediğim belgesele gitmeye karar vermiş, üstelik bu kararımı uygulamıştım. Tıpkı geçtiğimiz yıl izlediğimiz “K-PAX” filmindeki gibi, sanki gezegenler bir anlığına doğru sıralanmışlar ve koskoca Berlin Film festivali'nde asla doğru film seçemeyen ben, anlık açılan uzay kapısından içeri girmiştim. Abatıyor muyum, muhtemelen evet... Muhtemelen de hayır. Çünkü “Uncle Frank” son derece keyifli bir belgeseldi. Ve sen filmin sonunda sahneye çıktın, soruları yanıtladın ve sonra benim gibi hiç de acar olmayan bir gazetecinin bile 'kendini aşıp' sana doğru tecavüzkar yaklaşımına “Amerikan Güzeli”ne bakar gibi tepki verdin. Oyunculuktan yoruldum Türkiye'den geldiğim, 'anlamlı' bilgisini verdiğimde sanıyorum neşeyle “Türkiye'de işler nasıl, iyi filmler izliyor musunuz?” gibi bir soru sordun. Ben de “Biz de sinema endüstrisi henüz oluşmadı malesef ama elimizden geleni yapıyoruz” anlamına gelen bir yanıt verdim. Üstelik soru bile sordum: “Artık 'Verbal Kint' karakterlerinin dışına çıkma çabası sonuç verdi, aktörlükte ulaştığınız bu noktada sizi neler motive edebilir? Neşeli, dost ve samimi bir ifadeyle yanıtladın: "Oyunculuk çok keyifli tabii ki ama artık biraz sıkıldığımı itiraf ediyorum. Biraz ara vermekte fayda var. Kurduğum yapım şirketiyle artık genç yeteneklere de şans verilmesini kendimce sağlamak istiyorum. Örneğin Bryan Singer bana şans verdi.
“Olağan Şüpheliler” olmasaydı, her şey benim için farklı olurdu. Biz aktörler neyse ki ve hiç değilse bir filme seçilirken bir deneme çekimine tabi tutuluyoruz. Oysa yönetmenlerin böyle bir şansı yok. Onların kendilerini ispat edebilmeleri için film çekmeleri gerekiyor. Peki filmi nasıl çekecekler!!?? Bunun için destek, para gerekiyor. İşte ben de genç yeteneklere böyle bir şans vermek istiyorum. İki yıldır senaryolar okuyoruz. Artık değerlendirme aşaması bir anlamda bitti. Şimdi icraata geçme zamanı. “Uncle Frank” de bunların küçük bir örneği. Sinemadan kazandığım parayı yine böyle yeteneklerin değerlendirilmesi için harcayacağım. Oyunculuk konusu ise bir süre bekleyebilir. Benim için artık kendi sınırlarımı deneyebileceğim roller önemli.” Peki ya yönetmenlik? Kamera arkasına geçtiğin “Albino Allegator” hatırlattım. Ve bu arada seni ayakta, etrafındaki sabırsız kalabalığa rağmen kendi tekelimde tutarak bir soru daha sorduğuma kendim bile inanamıyordum. Televole muhabirleri dahi bu 'acarlığım' konusunda bana hürmet gösterirler miydi acaba?
Yeni yönetmenlere şans vermek istiyorum! “Tabii ki yönetmenlik harika bir duygu. Uzay kapsülünü siz kullanıyorsunuz gibi. Ama bir o kadar da yorucu. Bu işi eğlence olarak yapmak istiyorsanız ve verimli olmak istiyorsanız oldukça geniş aralıklarla yapmak durumundasınız. Bu nedenle ben de temkinli gidiyorum. Öncelikle şu aralar “Shipping News”ün tanıtımı önemli. Siz filmi gördünüz mü?” Henüz göremediğimi, basın gösteriminin bir sonraki gün olacağını açıkladım. Sen devam ettin: “İşte göreceğiniz gibi oyunculukta farklı şeyler yapmak istiyorum. Herkes gibi sınırlarımı ölçüyorum. Ben filmin çok iyi olduğuna eminim. Umarım seyirci de beğenir. Çünkü böyle konulara herkes meraklı değil. Bu tür filmlerin iş yapması, öne çıkması, bağımsız projeleri desteklenmesi için cesaret verecektir." Ve uzay kapısı tekrar açıldı, ben yeryüzüne dönmek zorunda kaldım. Tekrar tokalaştığımı, bedeninin fiziksel bir olgu olmaktan çıkıp, ışık hüzmesine dönüştüğünü hissettim. Teşekkür fısıltılarım arasında kaybolmuştun ama yapımcın bana kartını vermişti bile.
Ben kendi kartımı sana verdiğime ise hâlâ inanamıyordum. Soyadımı okuyamayışın (biliyorum telaffuzu çok zor), keyifli bir edayla “bir daha söylesene" diyerek bana tekrarlatmak istemen gibi uzay boşluğunda kaybolmayacağına inandığım anlar bir yana, sana verdiğim kartvizitimin çoktan enerji boyutuna geçtiğini yani kaybolduğunu tahmin edebiliyorum. Lakin aramızdaki iletişimin kartvizit gibi maddesel ya da bilgisel verilere ihtiyacı olmadığını da zaten biliyorum. Ertesi sabah “Shipping News”te seni görmek yine şizofren bir etki yarattı bende.
Bir gece öncesi olanlar ile beyazperdedeki sen arasında 'gerçeklik' ayırımı yapmak zor oldu. Bir sinema yazarı olarak filmdeki performansın beni üzdü. Sen bir oyuncu olarak tüm duygu transformasyolarına karşın, filme oturamamıştın. Aslında film iyi değildi. Filmi burada eleştirmeyi bırakıp, basın toplantısına koşarsam eğer, salondaki sayısız gazeteciden farklı bir duyguda olduğumu belirtmem gerek. Çünkü ben seni onlardan önce tanımıştım. Elinde şampanya kadehiyle bizi kutsadın.
Samimi ve içten Zaten kanlı canlı halinin de inanılmaz etkileyici olduğunu herkes biliyordu, bizler okumuştuk bir yerlerde. Duruşun bakışın gerçekten de bir başkaydı diğer Hollywood ya da Ameikalı starlardan. Lakin yine de sana hayran olmayanlar varsa da bu yeryüzünde, ilk cümlelerinle senin müridin oldular. Aynı anda hem samimi, hesapsız, çocuksu bir coşkuyla soruları nasıl yanıtlamayı beceriyorsun, bilemiyorum. Bulaşıcı bir heyecanla etrafa bakmayı, ipe sapa gelmez sorulara bile esprili bir yanıt bulmayı nasıl beceriyorsun? Aynı zamanda hep o bilinmez mesafeyi koruyup, tıpkı Verbal Kint'in Keyser Soze karakterine hiç falso vermeden geçişi gibi “sınırı geçmeyin” uyarısını yapmanı, pozitif enerjini verirken, tehlikeli bölgelerde gezinen soruları aynı soğukkanlılıkla bertaraf ettiğini görmek kuşkusuz 'bir basın toplantısı konçertosu' izlemek gibiydi. Sen maestroydun ama yanındaki rol arkadaşın Cate Blanchett ya da yönetmenine paslıyordun sana sorulan soruları ustaca.
Evet, 'yıldız' olan sendin ama parlaklığını mesai arkadaşlarınla çaktırmadan paylaşmak gibi ilahi bir yeteneğin ya da çalışarak edinilmiş bir özelliğin vardı, sonunda hepimiz anladık. “Bu filmdeki performansı bir harika! Kevin gerçekten de Oscar adaylığını hakediyor bu rolle!” cümlelerini haykıran ve sana imzalatmak için herkese omuz atan gazetecinin elindeki “K-Pax” filmine, bir yaratık görmüş gibi baktığımı hatırlıyorum.
Mahşer yeri gibi kalabalık basın toplantısında sorular muhtelifti, mesela: “Hayvanları çok seviyorsunuz değil mi? “Evet, köpekleri özellikle çok seviyorum. Hani tüm hayvanları sevmek gerekiyor ama ben evimde böyle bir ayırıcımlık yapıyorum. İki köpeğim var.” Jack Lemmon benim her şeyimdi “Kariyerinizdeki başarınızda iki önemli insan olduğunu söylemiştiniz bir keresinde, Jack Lemmon ve anneniz, biraz anlatır mısınız?” “Jack Lemmon benim ustamdı, yol göstericimdi, babamdı adeta. Okuldayken bir gün, küçüktüm ve tiyatro izlemeye gittiğimde tanıştım onunla. Ve anlattım oyuncu olmak istediğimi. Benim gibi yeni yetme bir çocuğu bile dinledi ve bana 'eğer gerçekten de aktör olmak istiyorsan her şeyi bırak ve New Yok'a bir tiyatro okuluna git' diye tavsiyede bulundu. Düşünebiliyor musunuz Jack Lemmon beni adam gibi karşısına aldı ve konuştu. Bakınız ki yıllar sonra onunla karşılıklı oynadık aynı filmde. Benim için çok yakın oldu, her anlamda. Onsuz bu dünya daha az çekilebilir bir yer bence...” “Tiyatro sahesindeki başarınız biliyoruz. Üstelik, onlardan daha genç olsanız da Al Pacino, Robert De Niro gibi aktörleri arasınadsınız artık. Peki sahnede Hamlet'i oynamak ister misiniz?” “Masadaki su şişesini elinde tutup Hamlet takliti yaptıktan sonra, ‘Oynamak ya da oynamamak...’ Vallahi bilmem ki, aslında bir Shakespeare hayranı olarak onun bir başka eserini canlandırmak isterim elbette ama Hamlet birinci tercihim değil.” "Shipping News'de bir gazeteciyi canlahdırıyorsunuz ve gazete başlıkları çok önemli. Peki siz bir gazeteci olsaydınız Kevin Spacey'e ne sorardınız?" Duraksıyor bir anlığına... Başlık: Seni hiç ilgilendirmez!!!
Evet, biliyorum, sorular muhtelifti lakin herkes heyecanından sanıyorum, sana doğru soruyu sormakta zorlanıyordu. O kalabalıkta bir gazetecinin heyacanını hatırlıyorum. Salondaki aklı başında, oturaklı ve tumturaklı görünen bir şahsı "İşte bu filmde muhteşem bir performans sergiliyor, kesin Oscar' a aday olması gerek" haykırışıyla senin arkandan koşuşturuyordu elindeki “K-PAX” filminin DVD'siyle... Sana bir şey imzalatmak için koşuşturan, böylece tüm kasma ve savunma kalkanlarını yıkan gazeteci kalabalığının arasında işi zordu. Ben mi, ben seni izlemenin, beyazperdeden sayısız defa bahşettiğin gülümsemenden daha sıcak veda gülümsemeni izlemenin keyfini çıkarıyordum... Senin “K-PAX”teki Prot karakterine verdiğin çocuksu saflığın, saflık ile bilgileliğin o ince ve ilahi çizgisindeki dingin halin gibi bir ruh hali üşüştü üzerime..
Bilakis kendimi silkelemedim. Bir sinema yazarının bir festivaldeki şizofreni hali miydi bilinmez, İşte ben o anda, o anda tüm gerçeği anladım...