farukcagla
Grafik Öğretim Görevlisi
- Kayıt
- 24 Şubat 2008
- Mesaj
- 642
- Tepki
- 23
İyi hatırlıyorum, 1960'larda babam İstanbul Emniyet Müdürlüğünün ünlü Sansaryan hanı denilen Sirkeci'deki binasında, koskoca İstanbul Emniyet Müdürü'nün Özel Kalem şefi idi.
Babamın görüştüğü kişiler, zamanki 67 ilin emniyet müdürleri, valileri ve yüksek rütbeli komutanlardı… Ben 8-9 yaşlarımda emniyet müdürleri ve valilerle çocukça sohbetler ederdim ve onların misafir sehpalarındaki alüminyum yaldız ambalajlı yuvarlak çikolataları yürütürken, onların okuduğu Akbaba dergilerini okurdum. (Gır-gır dergisini emniyet müdürleri, valiler okur muydu bilemiyorum.). Ancak ışığa tutulduğu zaman gözüken Devlet Malzeme Ofisi fligranlı beyaz dosya kağıtlarına, DMO (devlet malzeme ofisi) damgalı ve Çekoslovakya malı Alligator (timsah) markalı kurşun kalemler ile (o günlerde anti-komünist gözükmeye mecbur edilen Türkiye kurşun kalemi üretemez ve komünist ülkelerden satın alırdı) Akbaba'da gördüğüm karikatürleri kopya ederdim.
İşte o yıllarda Dolmabahçe'ye Amerikan donanması ve uçak gemisi gelmişti. Istanbul'un kalburüstü ailelerinin çocukları için o uçak gemisine ziyaret programı düzenlenmişti. Ben de o programa dahil edilmiştim. Annelerimiz tarafından özenle giydirilmiştik, ne de olsa dünyanın en modern uygarlığının en büyük yüzen savaş makinesini görecektik, rahmetli annem batılı görüneyim diye başıma hasırdan bir fötr şapka bile koymuştu.
Gemide Amerikan bahriyelilerinin su içtikleri ve kullanıp attıkları plastik bardak ve tabakları gördük. Yanımızdaki Türk görevli memur, bu gemide bulaşık yıkamakla uğraşılmadığını anlattığında Amerikan rüyası bizi büyülemeye başlamıştı. O plastik kullan-at bardak ve tabakları biz on yıldır işyeri ve büfelerde kullanmaya başladık, biliyorsunuz… Hele gemideki yürüyen merdivenler… Bu gün bile ancak çok lüks alışveriş merkezlerinde görebiliyoruz …
Derken Amerikan erleri bizlere hiç görmediğimiz büyüklükte ve lezzette kocaman elmalar ikram ettiğinde, Türk memur bize "tenk yu" deyin, "tenk yu" deyin ! diye ısrar ve emirleri ne kadar milli duygular içinde olduğumuzun bir göstergesiydi…
Sanırım bu, kendimizi neye hazırladığımızın da bir işaretiydi…
İşte Türkçe sevgisi bende o anda başladı. Kendi yurdumda kendi dilimi konuşmalıydım.
Yıllar geçti, 80’li yıllarda Almanya’ya gittim orada 3 yıl kaldım. Almanların İngilizce bildikleri halde benimle Almanca konuşmaktaki kararlı tutumlarını gözlemledim. Almancamı geliştirmeye mecbur oldum.
Şu andaki İngilizcemle makale yazabiliyorum. Türkçeyi yanlış kullanan dostlarımın sayısının bir hayli kabarık olması beni çok ama çok üzüyor.
Bu uçak gemisi olayının bende bıraktığı derin iz nedeniyle, İngilizceye verdiğimiz önemi Türkçeye vermiyoruz, diyorum ve bunu her fırsatta yineliyorum.
Ayrıca Anadolu’da İngilizce ve Almanca mı konuşuluyor ki, yabancı dil ile eğitim yapan liselere Anadolu Liseleri demişiz diye sormadan edemiyorum.
Dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaramayanlar, kültürlerini de teslim ederler, ekonomilerini de, kendilerini de…
12 yıldır annesiz büyüyen oğluma evimizde Rus bayanlar baktı, Kırgız bayanlar, Moldovalı , Ukraynalı bayanlar baktı. Kimisi çok az Türkçe biliyordu, kimisi hiç bilmiyordu.
Hepsi de evimden Türkçe öğrenerek gitti. Ben de yarım yamalak Rusça öğrendim.
Herkes dünyanın en büyük dili İngilizce olarak bilir… Oysa bütün Güney Amerika İspanyolca konuşur,. İspanyollar Aztek ve İnka’ların yaşadığı toprakları İspanyol diline bağımlı hale getirmişlerdir.
Rusça ve Arapça da çok geniş ve yaygındır. Emin olunuz Türkçe de çok yaygındır.
Romanya’da bir Türk nine bana “oğuuul oğul, memleket nasıl ?” derken, ben ağlamıştım. O burayı kendi memleketi bilirken biz Anadolu liseleri ile kendi dilimizi unutma çabalarına giriyorduk.
Yabancı dil öğrenmek başkadır, kendi diline yabancılaşmak başkadır.
Affınıza sığınarak bir anımı nakletme ihtiyacı hissettim.
Lütfen daha iyi iletişim için; daha iyi Türkçe !
Saygılar…
Faruk Çağla
Babamın görüştüğü kişiler, zamanki 67 ilin emniyet müdürleri, valileri ve yüksek rütbeli komutanlardı… Ben 8-9 yaşlarımda emniyet müdürleri ve valilerle çocukça sohbetler ederdim ve onların misafir sehpalarındaki alüminyum yaldız ambalajlı yuvarlak çikolataları yürütürken, onların okuduğu Akbaba dergilerini okurdum. (Gır-gır dergisini emniyet müdürleri, valiler okur muydu bilemiyorum.). Ancak ışığa tutulduğu zaman gözüken Devlet Malzeme Ofisi fligranlı beyaz dosya kağıtlarına, DMO (devlet malzeme ofisi) damgalı ve Çekoslovakya malı Alligator (timsah) markalı kurşun kalemler ile (o günlerde anti-komünist gözükmeye mecbur edilen Türkiye kurşun kalemi üretemez ve komünist ülkelerden satın alırdı) Akbaba'da gördüğüm karikatürleri kopya ederdim.
İşte o yıllarda Dolmabahçe'ye Amerikan donanması ve uçak gemisi gelmişti. Istanbul'un kalburüstü ailelerinin çocukları için o uçak gemisine ziyaret programı düzenlenmişti. Ben de o programa dahil edilmiştim. Annelerimiz tarafından özenle giydirilmiştik, ne de olsa dünyanın en modern uygarlığının en büyük yüzen savaş makinesini görecektik, rahmetli annem batılı görüneyim diye başıma hasırdan bir fötr şapka bile koymuştu.
Gemide Amerikan bahriyelilerinin su içtikleri ve kullanıp attıkları plastik bardak ve tabakları gördük. Yanımızdaki Türk görevli memur, bu gemide bulaşık yıkamakla uğraşılmadığını anlattığında Amerikan rüyası bizi büyülemeye başlamıştı. O plastik kullan-at bardak ve tabakları biz on yıldır işyeri ve büfelerde kullanmaya başladık, biliyorsunuz… Hele gemideki yürüyen merdivenler… Bu gün bile ancak çok lüks alışveriş merkezlerinde görebiliyoruz …
Derken Amerikan erleri bizlere hiç görmediğimiz büyüklükte ve lezzette kocaman elmalar ikram ettiğinde, Türk memur bize "tenk yu" deyin, "tenk yu" deyin ! diye ısrar ve emirleri ne kadar milli duygular içinde olduğumuzun bir göstergesiydi…
Sanırım bu, kendimizi neye hazırladığımızın da bir işaretiydi…
İşte Türkçe sevgisi bende o anda başladı. Kendi yurdumda kendi dilimi konuşmalıydım.
Yıllar geçti, 80’li yıllarda Almanya’ya gittim orada 3 yıl kaldım. Almanların İngilizce bildikleri halde benimle Almanca konuşmaktaki kararlı tutumlarını gözlemledim. Almancamı geliştirmeye mecbur oldum.
Şu andaki İngilizcemle makale yazabiliyorum. Türkçeyi yanlış kullanan dostlarımın sayısının bir hayli kabarık olması beni çok ama çok üzüyor.
Bu uçak gemisi olayının bende bıraktığı derin iz nedeniyle, İngilizceye verdiğimiz önemi Türkçeye vermiyoruz, diyorum ve bunu her fırsatta yineliyorum.
Ayrıca Anadolu’da İngilizce ve Almanca mı konuşuluyor ki, yabancı dil ile eğitim yapan liselere Anadolu Liseleri demişiz diye sormadan edemiyorum.
Dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaramayanlar, kültürlerini de teslim ederler, ekonomilerini de, kendilerini de…
12 yıldır annesiz büyüyen oğluma evimizde Rus bayanlar baktı, Kırgız bayanlar, Moldovalı , Ukraynalı bayanlar baktı. Kimisi çok az Türkçe biliyordu, kimisi hiç bilmiyordu.
Hepsi de evimden Türkçe öğrenerek gitti. Ben de yarım yamalak Rusça öğrendim.
Herkes dünyanın en büyük dili İngilizce olarak bilir… Oysa bütün Güney Amerika İspanyolca konuşur,. İspanyollar Aztek ve İnka’ların yaşadığı toprakları İspanyol diline bağımlı hale getirmişlerdir.
Rusça ve Arapça da çok geniş ve yaygındır. Emin olunuz Türkçe de çok yaygındır.
Romanya’da bir Türk nine bana “oğuuul oğul, memleket nasıl ?” derken, ben ağlamıştım. O burayı kendi memleketi bilirken biz Anadolu liseleri ile kendi dilimizi unutma çabalarına giriyorduk.
Yabancı dil öğrenmek başkadır, kendi diline yabancılaşmak başkadır.
Affınıza sığınarak bir anımı nakletme ihtiyacı hissettim.
Lütfen daha iyi iletişim için; daha iyi Türkçe !
Saygılar…
Faruk Çağla