Merhabalar,
Harfler, mürettiphane falan derken, çook eskiden, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki anılarım aklıma geldi. Burada az bir süre çalıştığım halde, bende bıraktığı izler büyük olmuştu. Yani hem gazetecilik açısından, hem de teknik açıdan. Konumuz gereği, teknik açıdan yaklaşacak olursak, ozamanlar Cumhuriyet, tipo(1) basılıyordu. Yani 80 öncesi.
Ben ozamanlar yurt haberleri servisinde çalışıyordum, 19 yaşlarında, hem üniversiteye devam etmek, hem de çalışmak zorundaydım. Neyse konuyu dağıtmadan, işe yeni başladığım günlerde mürettiphane ve baskı dairesinde bir işim olmuştu ve ilk defa mürettiphaneye girmiştim. Ama o da ne? Aman Allahım, kocaman, devasa bir makine, bir mekanik dağ, yığınla dişli ve oda büyüklüğündeki bu makinenin başında, makinenin daktilo kısmında oturmuş bir mürettip!(2)
Mürettip, önündeki klavyeden tuşlara dokundukça, makinenin dişlileri dönüyor, yaşlı bir dinozorun kımıldaması gibi homurdanıyor, hatta bazı yerlerinden dumanlar bile çıkarıyordu! Çünkü zamanına göre entegre bir makineydi. Sadece harfleri dizmiyor, döküm bile yapıyordu. Havada keskin bir yağ kokusu..Ağır bir Bizmut dumanı..
Adına "Entertip" dedikleri bu makine, beni epeyce etkilemişti. Hele baskı dairesine girdiğimde ise durum daha da etkileyiciydi. Çok eski bir rotatif (3) makinesine, devasa, simsiyah, hertarafı makine yağı ile kaplanmış, buharlı bir lokomotif gibi duran bir mekanik yığınak! T.C. kurulduğundan beri hizmet vermiş, Türkiye'nin entellektüel, idari, politik, sosyal, ekonomik vs. yapısına yön vermiş, birkaç kuşak yetiştirmiş gazetenin mutfağı.. İnsanlar, baskı dairesinde mürekkep ve makine yağına bulanmış bir şekilde oradan oraya, koşturuyorlar, ağır matris (4) kalıplarını el arabalarıyla taşıyor, hâlâ tam olarak kavrayamadığım bir sürü süreçten geçiriyorlar ve ertesi günün fırtınalar koparacak gündemini belirlemeye sınai bir katkıda bulunuyorlardı.
Öte yandan, üniversitede "Gazete Yayınlama Tekniği" dersinde "Gazete Sayfa Tasarımı" konusunu işlerken rahmetli, saygıdeğer hocamız Oktay Kurtböke bize Cumhuriyet Gazetesi'nin 1/4 tasarım şablonlarını(5) dağıtır, onlar üzerinde katrat cetveli (6) ile hesaplar yapar, sayfa tasarımı yapardık. Tabii bunlar tipo baskıya göre tasarım yöntemiydi. Oysa o sıralar bütün günlük gazeteler ofset basılıyordu. Ama Kurtböke Hoca'dan öğrendiklerimizin çoğu, tasarım bilgisi olarak ofset ya da tipo ayırdetmeksizin hâlâ kullanılan bilgilerdir. Yani başlığın yerleştirilmesi, espas (7) bilgileri, leke düzeni, karakter seçimi, fotoğraf vs. En önemli eksiğimiz, renk bilgisiydi. Bunu da diğer derslerimizde ve deneyimlerle kapattık zaman içinde.
Daha sonraları, yani 1985 yılında, bilgisayar sektörü Türkiye'de ciddi olarak piyasa oluşturmaya başladığı zamanlar, adına PC dediğimiz kişisel bilgisayarlar yeni yeni yaygınlaşmaya başladıklarında, ben de "Bilgi-İşlem" adında bilgisayar dergisi çıkarmaya başlamıştım. Hangi sayısı olduğunu hatırlamıyorum, ama aylık konularımızdan biri de "Basında otomasyon" konusuydu. Dönemin bazı gazetelerinde röportajlar yapmıştım. Tabii ki Cumhuriyet Gazetesi de bunların arasındaydı. Neyse, konuyu dağıtmadan, röportaj için Cumhuriyet Gazetesi'ne gittiğimde tam bir şok yaşamıştım! Çünkü gazete, tipoyu bırakmış, ofsete geçmişti. Daha önceleri yarı çıplak, yağ ve mürekkep içindeki çalışanlar hepsi bembeyaz önlükler giymiş, yerler, masalar tertemiz, kimi terminal (8) başında dizgi yapıyor, kimi ışıklı masada negatif montaj yapıyor, tatlı bir koşturmacadır sürüyordu.... O zamanlar ciddi bir sorun olarak tartışılan, "otomasyonun işsizlik yaratacağı" iddialarına inat, Cumhuriyet; hiçbir çalışanını işten çıkarmamıştı.
Konumuz, sözü nereden nereye taşıdı.. Anılarım depreşti. Şimdi bu konular, gençlere biraz masal gibi geliyordur sanırım. Olsun, yine de içimi tuhaf bir mutluluk sardı desem, inanır mısınız?
Tuncer ÖZKAN
(1)Tipo baskı, literatürde "tümsek baskı" diye geçer. Kalıpta tümsek yerledeki mürekkebin kağıta aktarılmasıyla olur. Bir de "Çukur baskı" vardır. Buna da tifdruk baskı denir. Kalıpta basılacak olan kısımlar, çukurdadır, buraya mürekkep dolar, bir bıçak kalıbın fazla mürekkebini sıyırır, görüntü kağıda aktarılır. Ofset baskı ise bu iki baskı türüne karşılık "düz baskı" olarak tanımlanır. Kısaca suyun yağı itmesi prensibine dayanır. Detayı ise zaten biliyorsunuz. Ama yine de ileride, ofset ustalarının bile az bildiği teknik konulara el atarız.
Bunların dışında da baskı türleri vardır tabii ki.
(2)Mürettip, dizgi yapan kimse, yeni adıyla dizgici.
(3)Rotatif, bobinden baskı yapan makine. Hem tipo, hem ofset, hem de tifdruk da örnekleri vardır. Genelde "Web" olarak tanımlanan baskıyı gerçekleştirir. Bobinden baskı yapan başka baskı türleri de vardır. Örneğin serigrafi (ipek baskı), ya da hibrit sistemler. Ama ne hikmetse bunlara rotatif demezler.
(4)matris:Tipo baskıda sayfanın bağlandığı ağır, mekanik düzlem. Rotatife takmak için başka işlemlerden de geçilirilir.
(5)Tasarım şablonu, Indesign veya QXP'deki master sayfaya denk geliyor.
(6)Katrat cetveli, fotoğrafların büyüklüğünü hesaplamaya yarayan, üzerinde punto katrat ve pica olan cetvel. Aman Allah'ım, amma cebelleşirdik fotoğrafın büyüklüğünü hesaplamak için!
(7)Espas: Bu deyimi hâlâ kullanıyoruz. Harfler arasındaki boşluk. Buna şimdilerde "kernel" diyorlar.
(8)Terminal: Uç bilgisayar olarak Türkçe'ye çevrildi. Eskiden PC'ler çıkmadan önce gazetelerde "Main Frame Computers" (Ana bilgisayarlar) kullanılırdı. Yani bir mikrobilgisayar ve onlara bağlı terminaller. Mikro kavramı sizde "küçük" fikri uyandırsa da, sınıflandırma olarak PC'lerden büyüktürler.(Örneğin IBM AS400)