Kamuran bey,
Dürüst ve içten ifade tarzınıza teşekkürler.
Şimdi de konu modernizme gelip dayandı.
Zenaat ve sanat tartışması içinde toplum için sanat veya sanat için sanat noktalarından tutunuz da bedavaya çalışan grafik işçilerine kadar konu yine genişledi.
Demek ki ne uçsuz bucaksız konuymuş şu grafik.
Şimdi; bilimin ve tekniğin olmazsa olmaz kuralları ve standartları vardır da sanatın yok mudur?
Mesela EDEBİYAT sanatında da CİNAS vardır; derisini yüzmek veya denizde yüzmek gibi... Bunu iyi bilirseniz bir kelimenin değişik anlamlarını çok sanatkarane şekilde kullanırsınız. Bunu bilmezseniz günlük konuşma dilinde paldır küldür konuşursunuz veya bir asker mektubu kadar mektup yazabilirsiniz. Anan nasıl, baban nasıl, yenge nasıl, çocuklar nasıl, sarı öküz nasıl demekten öteye gitmezsiniz.
Edebiyatta mübalağa (abartı) sanatı vardır, bu sanat resimde expression şeklinde ortaya çıkar, karikatürde iri burunlu adamın sadece burnunu kafasının iki misli kadar çizmek şeklinde kendini gösterir, mimaride her tarafını beton yaptığınız bir binanın sadece belirli bir yerini camekan yapmak suretiyle veya afişte bomboş bir sayfaya sayfanın yarısı kadar büyük bir A harfi yapmak şeklinde kendini gösterir.
Sonuç olarak hiçbir sanat KURALSIZ, KAİDESİZ, PRENSİPSİZ ve KANUNSUZ değildir.
SANATI salt özgürlük ve serbestlik olarak düşünmek, DİSİPLİNSİZLİK olarak değerlendirmek büyük HATADIR.
Zaten böyle düşünenler önce yetenek gelir, eğitim sonra gelir diyerek, gizliden gizliye eğitimsizliği kutsallaştırırlar ve kendi cehaletlerine kılıf hazırlarlar.
Mesela her sanatta ritm duygusu vardır... Ritmik öğeler kendisini tekrar ederek dizilişe göre bir melodi yaratır.
Yine mesela;
Hava kurşun gibi ağır,
bağır,
bağır,
bağırıyorum...
koşun!
Kurşun eritmeye
çağırıyorum.
Dizelerinde müzikal bir ritm, kafiye uyumlu olarak yapılmıştır ve hepsi de prozodi denilen güfte-beste ilişkisi kuralına göre düzenlenmiştir.
İşte şiir sanatındaki bu disiplin bir yağlı boya tabloda bir yol kenarıda dikili duran elektrik direklerinin giderek küçülen perspektif görüntüsündeki ritm duygusu ile, bir grafik afişte yer alan tren yolunun daralan görüntüsündeki ritm duygusu ile karşımıza çıkabilir. Bunların hepsi de farklı alanların sanat eseri olsalar da sadece RİTM KURALINI kullanan şiir, resim ve fotoğraf eseridir.
İşte BU YANIYLA (siz kabul etmeseniz bile) BİLİMSELDİR !
Dolayısı ile tek bir bıçak darbesinin insan anatomisine yapacağı etki ile, birbiri peşisıra ritmik şekilde çoğalan bıçak darbelerinin insan bedenine yapacağı etki nasıl farklıysa... Bir görüntünün veya sesin birbirini tekrar eden ritmik biçimde sunulması da gözde veya kulakta tekil sunulmasından daha farklı etki yaratacağı kesindir.
İŞTE SANATSAL sandığımız her olayın da BİLİMSEL bir yanı vardır.
Edgar Degas'nın balerinler tablosundaki empresyonist fırça darbeleri veya pastel boyanın dokunuşları ile, Lautrec'in çini mürekkebi fırçası ile tek hamlede çizdiği afişteki siyah beyaz dansçı kadın figürünün altında, eğer freehanddaki gibi keyline görüntüsünü görebilseydik, çok sağlam bir desen ve anatomi çizgileri olduğunu görürdük ve KUŞKUSUZ BU DA BİR BİLİMDİR. (Ve hatırlayınız çok eskiden her ressam doktor, her doktor ressamdı).
Ayrıca herkesin sanat şahaseri diye nitelediği Mikel Anj'ın Sixtin Klisesinin tavanına yaptığı incilde anlatılan öyküler resimlerinin ASLINDA BİRER ÇİZGİ ROMAN olduğunu, bu günün BATMAN çizgi romanına benzer bir çalışmaya karşılık geldiğini ve PAPA tarafından ısmarlanmış SİPARİŞ BİR İŞ olduğunu ifade etmekten mutluluk duyarım.
Şimdi bunun ne kadarı sanattır, ne kadarı zenaattir?
Mikel Anj o günlerin reklam ajansı patronuydu! Yanında 20-30 kişi çalışırdı. Bunların bir kısmı duvara ıslak sıva çeker (buna FRESKO tekniği denirdi) , bir kısmı sıva üzerine toz kireçle astar sürer, bir kısmı da Mikelanj ustanın ince kağıtlara çizdiği desenleri kömür tozuyla bu astarın üzerine çıkartır, bir kısmı bu astarın içini ten rengi boyar ve ustasının ışık gölge boyamasına hazır hale getirirdi. Bir kısmı da ustasının istediği fırçaları ustasına vermek için yanında hazır beklerdi. Tıpkı ameliyattaki cerrahın neşter ve makas isteyip, asistan doktorun veya hemşirenin vermesi gibi. Çünkü ameliyat hızlı olmalıdır veya Mikelanj ıslak sıva kurumadan üzerini çabucak boyamalıdır.
Şimdi soruyorum her ikisi de bir operasyon değil midir? Nereye kadar bilim, nereye kadar sanattır, ve üstelik ne kadarı zenaattır?
Gelelim reklam ajansına... Gelelim grafikerlik, art direktörlük veya mac operatörlüğü meselesine....
İşte günümüzde art direktörler yok edilmiştir,mac operatörleri grafiker yapılmıştır. Müşteri art direktör olmuş, grafiker sandığı b ilgisayar işçisine şurasını şu renk yap deyip TASARIM YAPTIRDIĞINI SANMAKTADIR. BU haliyle bırakın SANATI, ZENAAT bile değildir. Çünkü siz bakırcı ustasının yaptığı motiflere karışırsanız BAKIR KAZANI GÜM diye kafanıza vurur!
İşte bu Mikelanj'ın bu atölyesi Art direktör Mikelanj yönetimindeki ortaçağ reklam ajansıdır.
Resim ve figür yoluyla MESAJ vermektedirler, yani İNCİLİN PROPAGANDASINI yapmaktadırlar.
Tıpkı bir bankanın reklamını yapmak gibi.
Yani İLETİŞİM yapmaktadırlar, REKLAM yapmaktadırlar.
Bunu da birbirini takip eden sahneler halinde REKLAM STORY BOARD'ı şeklinde, ÇİZGİ ROMAN veya HAREKETSİZ ÇİZGİ FİLM SAHNELERİ şeklinde yapmaktadırlar.
O günkü teknolojinin çizgi romanı veya SİNEMASI ŞEKLİNDEDİR.
Dahası var.
Tüm bunları; figürlere sembolik anlamlar yükleyerek yapmaktadırlar. Mesela İsanın tepesine Halka koyarak, İmparatorun arkasına altın bir daire tabak yerleştirerek, tüm meleklerin masumiyetini vermek için onları çocuk şeklinde ve kanatlı olarak resmederek yani KISACA HER BİR FİGÜRÜ bir İDEOGRAM şeklinde resmederek tüm tabloyu bir İDEOGRAFİ tarzına sokarak... bir ideayı (fikri-düşünceyi) grafik hale (idea-graphy) getirmek suretiyle GRAFİK bir ANLATIM tarzı KULLANMAKTADIRLAR.
VE sanıldığının aksine, ben yaptım oldu şeklinde değil, sipariş verilmiş bir sanat üretimi yapmaktadırlar. Ve yine belirtmek zorundayım ki; RESİM SANATI öğelerinden ve kurallarından yararlanarak aslında GRAFİK sanatı yapmışlardır.
Çünkü; ana endişe bir fikrin propagandasının yapılması, bir öykünün anlatılması (tıpkı çocuk hikaye kitaplarının resimleri gibi), BİR MESAJIN SEMBOLİK ÖĞELERLE VERİLMESİ ( bir afiş gibi) ve bunun MÜŞTERİYE BEĞENDİRİLMESİ (Müşteri papa, papazlar ve klisedir) ve BUNDAN GELİR ELDE EDİLMESİ ( BU SANATIN TİCARİ SANAT= TRADE-ART olması) gibi şeylerin tümü BU GÜNÜN GRAFİK SANATLARININ ve REKLAM AJANSLARIN uğraştığı şeylerdir.
Buraya kadar itirazı olan var mı?
Şimdi benim itirazım şudur;
Papazın biri gelip Mikelanjın çırağına diyor ki; aynı eserin bir benzerini çok daha ucuza yap. Ama Usta Mikelanjın yanında aldığın paradan daha çok kazan... Senin ondan hiç bir eksiğin yok, üstelik fazlan var. Sen de bir ustasın diyor ve çırağı kandırıyor. Ortalık böyle kendini usta sanan çıraklarla dolup taşıyor.
Bu çıraklar rezil resimler yapıyorlar ama papazlar ucuzdur diye beğeniyor. Oysa halk bu resimlere bakıp incilin öğretilerini anlamıyor. Resimler amacına ulaşamıyor, halkı yeterince dindar yapamıyor ama klise bunu ölçecek kadar hassas değil.
Bu arada Mikelanjın yanından kovulmuş kalfalar da b u acemi çırakları destekliyor ve onlar için 2 aylık kurslar açıyor.
Bunları da kral destekliyor, çünkü kral da klisenin etkisi altında...
Şimdiki GRAFİK ve REKLAM piyasası 3 aşağı 5 yukarı buna benziyor.
Şimdi burada kim suçlu?
Sayın Kamuran bey;son bir sorum var, lütfen onu cevaplayın;
Siz ; grafik sanatının ilkelerini ve sınırlarını çizecek, meslekdaşlarının haklarını koruyacak ve mesleği geliştirecek GRAFİKERLER MESLEK BİRLİĞİNİN KURULMASINA TARAFTAR mısınız ve DESTEKLER misiniz?
Gerisi teferruattır.