Metin yazarları sanatçı mıdır?

Kayıt
3 Ağustos 2009
Mesaj
604
Tepki
74
Metin yazarları sanatçı mıdırlar?

Bir grafiker forumunda bu soru neden sorulur?
Biz grafikeriz, bize ne metin yazarından, sanatından falan..

Fakat ister ulusal kampanyalar, ister bu kampanyayı içeren mecralar, billboardlar, tv reklamları, radyo spotları, gazete-dergi ilanları.. ister prestij ürünleri, kataloglar... yoğun olarak metinler içerirler. Metinleri de grafikerler yazmaz. Grafiker, görsel tasarımı oluşturur, metine vücut oluşturur. Metin ise işin ruhudur.

Metin yazarları, Reklam ajansı içinde önemli bir yere sahiptirler. İş akışı içinde, sloganların, metinlerin hatta müşterinin pazarlama departmanı ile birlikte konsepti de oluştururlar.
Peki bu metin yazarları kimdir ki, bu kadar etkin bir görev üstleniyorlar?
Bunlar nerede yetişirler?
Metin yazarlarına sanatçı denilebilir mi?
Bir metin oluştururken nelere dikkat etmeli?
Grafikerin metin yazarı ile ilgisi nedir, nasıl olmalıdır?
Herzaman olmasa bile, yaratıcı yönetmen neden genellikle metin yazarlarından seçilirler?

Gibi sorulara yanıtlar vermeye çalışacağım.

Reklam metni yazanların, yetiştiği belli bir okul yoktur. Son yıllarda bazı iletişim fakültelerinde ilgili dersler konsa da, bazı kurumların oldukça yararlı seminerleri olsa da, tam anlamıyla eğitiminin alındığı bir kurumm yoktur. Şunu unutmamak gerekir ki, metin yazarlığı da tıpkı grafikerlik gibi yaratıcı bir formasyon gerektirir. Ne kadar kültürlü olursa olsun, ne kadar çok kitap okursa okusun, iş eninde sonunda yaratıcılığa gelir dayanır.

Yani peri tozuna.

Hiç kuşkusuz, bir metin yazarı, son derece kültürlü olmalı, yeterince kitap okumuş olmalı, biraz sosyoloji, biraz psikoloji, pazarlama, edebiyat vs. bilmelidir. Bu bilgi, onun metin tasarımı yaparken yeterince donanımlı olması için şarttır. Ama tek başına bilgi birşey ifade etmez.
En önemlisi yaratıcı olması gerekir. Bu da, bir metin yazarını salt Edebiyat fakültesi mezunu olmaktan ayırd eder.
Demek ki herkesten metin yazarı olmaz.
Tıpkı her grafikerin yaratıcı olamayacağı gibi. Grafikerin tasarımcılığı gibi, bir metnin de söz dizimi tasarımı vardır.

Yaratıcı bir formasyonu olan metin yazarları bir kampanyanın ruhunu oluştururlar.

Bu yazıyı, bir grafiker forumunda yazdığımıza göre, okuyucularımızın da grafiker olduğunu bildiğimize göre hemen akla doğal olarak şu gelir:

Bir kampanyanın ruhunu yalnızca metin yazarları mı oluştururlar? Grafikerler de bu ruhu oluşturamazlar mı?

İşin bu kısmı için, biraz iletişim konusuna girmek gerekir.

Borges diyor ki, şekil, sözden önce gelir.

Eğer, insanın gelişim süreci ele alınırsa, kesinlikle durum böyledir. Yeni doğan bir insan yavrusunun, tamamen imgelere tepki vermesi, düşüncel sürecin imgelerle olduğu aşikardır. Zaman için konuşmayı, sözcükleri öğrenir, düşünme süreci sözcüklerden oluşmaya başlar.
Şimdi bir an düşünün.
Farkındaysanız, düşünceleriniz sözcüklerden oluşmakta. Zihninizdeki düşünceler, hatta duygular, üzüntüler, yanılsamalar....Sözcüklerle karşılık bulmaktalar. İçinizdeki tartışmalar hep sözcüklerle..
Ama yalnızca sözcüklerden değil, müzikten, resimden... de etkilenirsiniz. Ama en çok sözcüklerden etkilenirsiniz. Bir ileti (mesaj), sözcüklerin liderliğinde vurucu güce, etkileyici güce ulaşır. Bu yüzdendir ki her kampanyanın, her reklam mesajının daima bir slogana ihtiyacı vardır.

Its a Sony.
Just do it.
Today, tomorrow, Toyota.
You can Canon.
Pamukbank iyi bankadır.
Anı yaşa.
Turkcell'in çekim gücü.
Yes, we can. (Obama'nın kampanya sloganı)
yes, You can. (Avon)
....
Her kampanyanın slogana ihtiyacı var ise, bunu yapan da Metin yazarlarıdır.

Çoğu zaman grafik tasarım değişir, ama slogan değişmez.

Ne dersiniz? Yeterince önemli değil mi?
Bir markanın ruhunu, onun sloganı tercüme eder bize. Aklımızda hep o slogan yankılanır.

Tamek'se koy sepete!

Demek ki, sözcükler, zihnimizde oldukça yer kaplarlar. Bir fikrin anlatımı şekillerle, resimle, grafikle olabilir. Hatta bunların oldukça etkili örnekleri de vardır. Fakat, bir mesajın en kısa, en etkili unsurları sözlerdir. Çünkü sözlerle düşünürüz, planlarız, hareket ederiz, eğitiliriz, kandırılırız, yola getiriliriz, yoldan çıkarılırız...

Bir reklam sloganı etkili ise, görselliği çok kötü olsa bile hatırlarız. Oysa kötü bir sloganı, mükemmel bir grafik tasarımla sunsak bile o mesaj hatırlanmaz. Demek ki, bir hiyerarşiye vuracak olursak, sözler şekillerden önce gelir.

Tam da burada doğruluk iyilik kavramlarını da es geçmemeliyiz.

Yine de Borges'e katılıyorum. Fakat, uygarlık tarihinde insanın en önemli zihinsel gelişim sürecinde sözcükler, yani dil öne çıkar. Hatta insanlığın tarih boyunca gelişen sürecinde de bu yerine alır:

"Alet, dil, barınak.." Uygarlık tarihinin özeti budur.

Sözcükleri anlamaya başlayan insan için artık en etkili iletişim dil, yani sözcüklerledir.

Peki müzik, şekiller, resimler...vs diğer unsurlar etkili değil midir?
Tabii ki etkilidir. Bazen Brahms'ı dinlerken başka bir dünyaya geçerim. Bir resime bakarak derinlere dalarım. Hatta Akiro Krusawa; yönettiği "Düşler" isimli filmin bir bölümünde seyirciyi doğrudan Van Gough'un tablolarının içinde gezdiriyordu.. Oldukça da etkileyiciydi. Fakat bunu seyrederken de, beğenilerimin karşığılı sözcükler zihnimde uçuşuyordu. Görselliği kim küçümseyebilir ki?

Ama iş, bir mesajın;
*En kısa yoldan,
*En çarpıcı bir şekilde,
*En akılda kalıcı
unsurları içermesini istiyorsanız, o mesajda ciddi şekilde sözcüklere yer vermelisiniz. Hatta sözcükler o mesajın ana fikrini oluşturmalı, dahası, haykırmalı..


Bir reklam mesajı, görsel olarak estetik düşüncesi, güzellik duygusu içerir. Bir hoşluğu, görsel olarak yansıtabilirsiniz. Ama yine mesajda doğruluk, iyilik düşüncesini en güçlü olarak metinle anlatırsınız.

Its a Sony.
Pamukbank iyi bankadır.


Bu yüzdendir ki, reklamcılığın vatanı olan ülkelerde (artık heryer vatanı ya, neyse) mesajlar, öncelikle sözcükler üzerine kuruludur.
Bir slogan, bir metin mesajı alır götürür, zihinlere o mesajı kazır. Size doğruyu metin söyler, güzeli ise grafik tasarım.

Peki bazen çok sıradışı mesajlar da vardır. Bunlarda sözcük de yoktur.
Doğru, fakat bunlar çok nadirdir. Ayrıca bu mesajlarda da sözcük olmadığı halde, sözcüklerle düşündürürler.

Kısacası düşünme süreci dil ile olur. Düşünce sürecinde bir fikri onaylayacak olan dildir, sözcüklerdir.
Bir mesajı düşündürtecekseniz, o mesajda dili, sözcükleri kullanacaksınız demektir. Biz grafikerler, bu mesaj metnini, tipografiyle, fotoğrafla, illustrasyonla... yani grafik tasarım ile görselleştiririz. Metnin algılanmasını kolaylaştırırız. Yutulabilir lokmalar haline getiririz. Ama metin kötü ise siz istediğiniz kadar işinizde iyi olun, mesaj havaya karışacaktır.

O halde, bir mesajın ana unsuru sözcükler ise, bir mesajı oluşturmak için metin yazarına ihtiyacınız vardır. Üstelik yaratıcı olmak koşuluyla.. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru kitleye.. uygun ve etkileyici mesaj.

Peki o halde reklam yazarları sanatçı mıdır?

Hayır değildir. Reklam sloganı da zaten sanat değildir. Fakat bazen öyle etkileyici sözcükler bulunur ki, bu, sanatmış gibi durur.. Metin yazarının sanatçı yönü vardır fakat yapılan iş sanat değildir. Her yaratıcı dimağa sahip olanın yaptıkları sanat olamaz ki. Sanat bambaşka bir şeydir. Aradaki nüansı iyi yakalamak gerekir. Metin yazarı yaratıcı olabilir. Mükemmel işler çıkarabilir. Fakat bu sanat değildir. Çünkü sanatın tarifinde özgürlük vardır, sanatçının bağımsızlığı vardır. Öte yandan sanatçının imzası vardır. Bir roman yazarsınız, ya da hikaye... ne ise. Altına imzanızı, adınızı koyarsınız. Sanat eseri, sanatçısı ile anılır. Metin yazarı, kendisini bir ürünü, bir hizmeti en iyi, en kısa yoldan nasıl akılda tutturacağını, nasıl doğrulatacağını düşünür. Bir satış veya tutundurma işlevinin bir parçası olarak. Peki bunun sanatla ne ilgisi var?
Sanatkârca bir yoğunlaşma ama sonuçları itibarıyla sanat değil.

"Anı yaşa" (Vodafone) sloganını yazanı biliyor musunuz? Bilmeli misiniz?
Etkili bir slogan ama bu sanat değil ki. Oysa bunu yazan yazar, gerçekten de sanatçı olabilir, öyküler, romanlar, şiirler... yazabilir. O zaman onlar sanattır. Ama reklam spotunu sanat yerine koyamazsınız.
Bu da bir tasarımdır. Küçümsemiyorum, çünkü bu da yaratıcı bir dimağın ürettiği tasarımdır. Kavaklıdere Şaraplarının meşhur sloganını hatırlıyor musunuz? Bazen bazı yerlerde hâlâ kullandıklarını duyuyorum:

Biz veda etmek üzereyiz kedere,
Getir ahbaba bir Kavaklıdere..


Etkileyici. Ama bunu bir şiir olarak duyumsayabilir misiniz?
Ben duyumsayamıyorum. Ama bir reklam spotu olarak çok güzel.
Bu şiir değildir.
Ama yazanı şairdir. Hem de önemli bir şair.
Yahya Kemal.
Bizzat şairin kendisi de bunu şiir olarak kabul etmez. Hiçbir şiir kitabına da almaz. Fakat bazı firmalar, sanatçılara işler yaptırabilirler. Bazı ürünler vardır ki, eserde marka, sanatçının bir garnitürü gibidir. Sanatçı orada markayı araç olarak kullanmıştır. Latrec'in Kırmızı Değirmen'i gibi. Zaman zaman günümüzde bile bazı firmalar, markaları için sanatçıları isimleri ile kullanmaya çalışırlar. Örneğin Citroen modelleri arasında "Picasso" adlı modeli vardır. Citroen neden ressamın adını modele koymak ister? Çünkü Citroen yetkilileri biliyorlar ki, Picasso model arabaya bakanlar, orada sanatsal bir ürün beklerler. Tabii ki bu tuzaktır düpedüz. Bir dönem otomobil tasarımları arasında moda olan prizmatik yapıya, (Ford Focus gibi) kübist göndermeler yapmakta, sanatçının adını reklam unsuru olarak kullanmak amaçlanmaktadır.
Bir zamanlar, Nikon firması da ünlü fotoğrafçı William Eugene Smith'i dolaylı olarak kullanmak ister. Fakat W. E. Smith, katıksız bir Leica kullanıcısıdır. Kendisi çok ünlü olan "Dehlizden Çıkan Çocuklar" "Ölü evinde yas" adlı fotoğrafları çekendir.
Nikon; üstadı Japonya'ya davet eder, günün parasıyla okkalı bir miktarı da cebine koyar, tam takım bir Nikon serisini eline tutuşturur.
Uzatmayalım, üstad, günlerce Nikon ile çekimler yapar, yer, içer gezer. Geride yüklü bir fatura bırakır. Fakat giderken söylediği söz:
"Nikon belki de iyi bir makine, ama ben Leica'dan şaşmam!"
Nikon; üstadı reklam unsuru olarak kullanacakken, baltayı taşa vurur.
Demek ki her zaman bu proje tutmayabilir.

Konudan kopmadan, metin yazarlarına gelecek olursak, reklam fikrini bulan metin yazarları veya yine (genellikle) metin yazarlarından seçilen Yaratıcı Yönetmen (Creative Director) ya da ikisinin birden ortak çalışmayla oluşturdukları sloganlar, metinler, markaya ruh verir. Genel olarak görsel yönetmen olarak da tanımlanan sanat yönetmeni (Art Director) ise hem görsel yetkinlik, hem de grafik atölyesinin başı olarak bu fikri görselleştirir. Yaratıcılığını konuşturur. Sloganı en uygun şekilde biçimlendirir.
Demek ki, önce söz ile, kafalara çakılacak metinler bulunur, sonra bu metinler mecralara en uygun şekilde görselleştirilir.
Peki her slogan, her metin görselleştirilebilir mi?
Bu, artık sanat yönetmenin yaratıcılığına kalmış birşey. Nadir olarak, iş akışında geriye dönüşler yapılabilir. Sanat yönetmeninin fikri de sloganlara yansıyabilir. Ama yetenekli sanat yönetmeninin, görselleştiremeyeceği bir metin yoktur. Sıradan bir metni bile alır, uçurur, ona güzellik katar.
Ama unutmayalım, başarılı bir reklamın fikri metinde gizlidir. Metnin, sloganın bizzat kendisi, kampanyanın ruhudur çünkü. Doğruya, iyiye metin işaret eder. Doğruyu tanımlar."Doğru"dan markaya ulaşır.

Yes, we can.

Yıllardır, Nike'ın sloganı, değişik ajanslarda, değişik grafik tasarımlarla görselleştirilmiştir. Ama slogan aynı:

Just do it!

Nike'ı hatırlarken ilk aklımıza gelen bu.

Özellikle yabancı ortaklı ajanslar ülkemize gelmeye başlayınca, grafik kökenli ajans patronları önce adapte olmakta zorlandılar. Ogilvy 'nin kitapları Türkçeye çevrilmeye başlanınca eğilimler değişmeye başladı. Metnin önemi kavrandı. Ama görüyoruz ki artık, reklamcılık bir ekip işi. Üstelik ajans içinde belli bir iş akışına dayalı bir ekip.
Güzel Sanatlar Fakültesi'nin saygıdeğer Profesörlerinden Emre Becer'in yıllardır ders kitabı olarak okutulan eserinde de iş akışı, şema olarak aşağıda yer alıyor. Yazarımızın kitabındaki kaynakçanın neredeyse tamamı, Amerikan kökenli. Ne demek istediğimi anladınız sanıyorum.



Kaynak: Emre Becer, İletişim ve Grafik Tasarım, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara
 

GürhanErkal

Altın Üye
Altın Üye
Uzman Üye
Kayıt
22 Aralık 2009
Mesaj
444
Tepki
43
Bu grafik ve açıklamaya göre 2 bilgisayar ve 3 masadan oluşan işyerlerini nasıl isimlendirmemiz icap ediyor?
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@GürhanErkal

Onlara Grafik Tasarım Bürosu veya Grafik Tasarım Ofisi (Design Office) veya Grafik Atölyesi (Fransızca; Atelier- İngilizce WorkShop) denilmesi gerekir.

Medya Satın Alma, Medya Pazarlama departmanı olmayan sadece TASARIM YAPAN YERLER AJANS olamaz.

Reklam Ajansları Derneği olmalı ( Reklamcılar Derneği var ama Reklam AJANSLARI Derneği yoktur) veya Reklam Ajansları Birliği (veya Federasyonu) olmalı, böyle 2 bilgisayar 3 masadan ibaret olup sadece tasarımdan para kazanan yerlerin AJANS (AGENCY) ünvanı almalarına kısıtlama getirmelidirler.

AJANS; AGENCY veya ACENTA denilen, daha çok Haber Ajansı, Mankenlik Ajansı, Turizm Acentası gibi söylemlerle bilinmektedir. AJANS olabilmek için yaratıcılık üretiminin sadece üretiliyor olması yetmez. Sanatsal faaliyetlerin satışının ve dağıtımının da medya ve iletişim kanalları üzerinden yapıldığı yerler AJANS'tır.

Orta boy bir ajansın personelinin en az 10 kişi kadar olması gerekir.

Reklamcılık deyince Basın-Yayın ve İletişim Faaliyetlerinin tümü akla gelmektedir.

Oysa; eskiden Tabelacı dediğimiz, bu gün Dijital Baskı Atölyesi denilmesi gereken yerler de kendilerine Elif Reklam, Arzu Reklam, İsa Reklam, Musa Reklam gibi isimler vererek REKLAMCI oldukları hissini veriyorlar ki, bu çok yanlıştır.

Ayrıca; gazetelere SERİ İLAN veren ve ünvanı SERİ İLAN BÜROSU olması gereken yerler de; kendilerine Olcay Reklam, Ahmet Reklam, Mehmet Reklam diyerek bir çeşit Reklam Ajansı imajı vermeye çalışmaktadırlar.

Bir çok matbaa kendilerini nasıl ki GRAFİK TASARIMCI olarak görüyor ve tasarımcının ekmeğine göz dikiyorsa...

REKLAM AJANSI olmayan bir sürü TASARIM OFİSİ, SERİ İLAN BÜROSU ve TABELACI da kendisini REKLAMCI startüsünde REKLAM AJANSI olarak göstermeye özel bir ÇABA HARCAMAKTA ve NE YAZIK Kİ BU DURUM GRAFİK CAMİASINDA YETERİNCE TARTIŞILMAMAKTADIR.

Türkiye'de nasıl ki herkes kolayca GRAFİKER oluyorsa; 2 bilgisayar 3 masa koyanlar da REKLAM AJANSIYIM diyebilmektedir.

Bunun KONTROL ve DENETİMİ YOKTUR.

Önüne gelen GRAFİKER, önüne gelen REKLAMCIdır.

Askerlikte başında onbaşı veya çavuşun bulunduğu 10 kişilik asker grubuna Manga, başında Yüzbaşının bulunduğu 100 kişiye BÖLÜK, Dört bölükten kurulan, bir binbaşının komutasında bulunan asker birliğine de TABUR denir.

Yaratıcı ekibin başında Kreatif direktörün ve Art direktörün bulunduğu, kadrosunda Medya satınalma ve medya pazarlama bölümlerinin bulunduğu, Müşteri ilişkileri direktörlüğünün bulunduğu, en az 10 kişilik personele sahip, gazetelere, televizyonlara, her türlü medyaya hakim hem yaratıcı hem üretici ve hem de organizatör olan reklamcılara REKLAM AJANSI denir.

3 tane Tabureyle TABUR, 2 tane bilgisayarla AJANS olunmaz.

Ajans olmak; Ekip kurmak, Takım (TEAM) oluşturmak demektir.

İş istasyonu diyerek; her işi yapan grafiker çalıştırmak isteyen, bir grafikerden 6-7 program bilmesini isteyen, grafikeri müşterinin kucağına atıp müşterinin her dediğini yapacaksın deyip bir de grafikerin telefonlara bakmasını da isteyen zihniyet, kendisine AJANS ünvanı verirse, bu zihniyetle MÜCADELE EDİLMELİDİR.
 

GürhanErkal

Altın Üye
Altın Üye
Uzman Üye
Kayıt
22 Aralık 2009
Mesaj
444
Tepki
43
Ben de dediklerinize aynen katılıyorum. Zaten durum öyle. Ama iki makina, üç masa ile iş yeri kuranlar keşke en azından grafik tasarım ofisi olsalar. O işleri hakkıyla yapsalar.

Birde reklam ajanslığı ve tasarım ofislerini bir arada düşünürsek sırası ile; (Kendi bilgilerimi sınamak için vede doğrusu anlamak için soruyorum.)

Tam hizmet ajansı: İçinde hemen hemen her birim bulunan A'dan, Z'ye bir müşterinin tüm reklam, medya ve tanıtım işlerini üstlenebilecek ve bu firmayı herhangi bir anlamda yönledirecek kurum.

Butik ajans:
Sadece belli sayıda müşteriye belli konularda hizmet veren özelleşmiş reklam ajansları.

Özel tasarım stüdyoları
: Genelde kişisel yada küçük ortaklıklarla sürdürülen çok az sayıda firma yada müşteriye hizmet veren ileri derecede özelleşmiş ve kalite sağlayan küçük ofisler (bunu biraz ben uydurdum sanırım ama incelediğim medyalarda özellikle Kuzey amerika ve avrupada böyle bir oluşum sezdim)

Birde sizin dediğiniz gibi tasarım ofisleri,
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Ayılar çizer değil yazar sever ajanslarda!

Ayılar yazar sevdikleri için yazılı ve sözlü reklâmları çok beğenirler. Söz oyunlarına para verirler. Hele maganda dilinde yazılmış reklâmlara bayılırlar.

Çünkü kendileri iki kelimelik not pusulası yazamazlar.

Dikkat edin, Chat yaparken bile cümle değil kelime kelime yazar bu ayılar. Bir cümleyi büyük harfle başlatıp, 7–8 kelime yazıp nokta koyup bitiremezler.

Bu ayılar herkes yerine herkez, akü şarj yerine akü sarz derler. Kibrit yerine kirpit diyenleri de vardır.

Bir arkadaşım, freehandde yaptığım bir bakliyat ambalajını (Nehir Bakliyat) Photoshop'ta nasıl 3 boyutlu hale getirdiğimi sormuştu.

"Liqufy, plastik wrap filtrelerini kullanıyorum, bir de ışık gölge ve resim bilgimi...
Filtreler makinede var, diğerleri bende..." demiştim ona.

Makalelerimi de bilgisayarda yazıyorum ama fikirler benden...

Kısacası ve kibarcası bu...

Bunu zengin magandalar anlayamaz... Onlar tasarımı bilgisayar ve program yapıyor zannediyor.

Ama iş yazı yazmaya gelince yazıyı adam yazıyor, bunu anlayabiliyorlar ve bu nedenle yazara saygı duyuyorlar.

Bilimin, yaratıcılığın sanat ve kültürün ne önemi var? Ayılar ve magandalar için. Mercedesli, Audili, BMWli aklı boş ama cebi dolu ayılar için.

Dikkat edin, bu zengin magandalar grafik tasarımcılara hiç değer vermezler. Çünkü onlara göre her şeyi bilgisayar yapmaktadır... Bilgisayar kullandın mı tasarımı çocuk bile yapar zannediyorlar. Bu nedenle başına dikilip şöyle yap, böyle yap diyorlar.

Onlara göre herkes Mac operatörü. Onlar bilgisayar bilseler zaten kendilerinin tasarım yapacaklarını zannediyorlar. Tasarım ne ki? Ama yazarlık zor onlara göre.

Yazarlık daha saygın onlara göre... Çünkü kültür gerektiriyor... Kültür onlarda olmayan bir şey... Makine öğrenir gibi de öğrenilmiyor bu kültür... Onlar sanıyor ki, hadi bilgisayarda on tane bilemedin 20 tane tuşa basarsan becerirsin dizayn yapmayı. Ama yazar olmak çok başka bir şey onlar için...

Dedik ya kültür lazım.

Ama sadece yazarlarda var olduğu sanılıyor...

Bu nedenle grafik tasarımın bir kültür işi olduğu, rafine edilmiş bir sanat işi olduğunun farkına varılmıyor. Farkına varılsa, zaten ayı ayılık yapmaz, insan olur.

Işık, gölge, renk, leke, kompozisyon, denge, zıtlık, uyum vs gibi birçok sanatsal öğenin bileşkesinin tasarım olduğu görülmüyor. Çünkü onu görecek göz ve kafa yok ayıda...

Kimse kusuruma bakmasın, gerçeği söylemek zorundayım: İşte bu yüzden ayıların, BMW li zengin okumuş-okumamış fakat kültürsüz magandaların ve kafalarının çapı banka hesaplarıyla ölçülenlerin cirit attığı piyasada;

1) Yazarlar her zaman grafikçilerden üstündür...

2) Grafikçilerde kültür aranmaz, sadece bilgisayarı iyi kullansın, hızlı kullansın, yeterlidir.

3) Grafikçilerin alacakları maaş 1 milyar ile 1,5 milyar arasıdır, daha fazlası verilirse israftır, çünkü grafikerler sadece işçidir...

4) Bu nedenle Mac operatörleri grafikçi zannedilir, art direktör ise biraz pahalıca grafikerdir.

5) Ve artık grafiker yazarın emri altındadır. Yazar emreder grafiker uygular. Bu nedenle büyük ajanslarda bile kreatif direktörler yazarlardan oluşur,

6) ve kreatif direktörler ezebilecekleri grafikerleri tercih ederler, kendileri kadar güçlü art direktörleri istemezler, çünkü onlar....

7) Art direktörü grafiker, grafikeri de Mac operatörü olarak kullanmak isterler... Ve yine onlar...

8) Metin yazarlarını iyi dil bilenlerden seçerler ki, onları da reklâm yazarı olarak değil tercüman olarak kullanırlar.

9) ve genellikle kreatif direktörler müşterilerle görüşürler ama ben müşteri temsilcisi değilim derler...

10) Genellikle tek kreatif ve yaratıcı onlardır, diğerleri onlara hizmet eden işçiler veya kullardır...

11) Sözüm ona bu yaratıcılar ancak mesleği bilmeyen cahil ve zengin patronları etkilerler...

12) Mesleği bilen cahil olmayan patronlar ise ya kendileri kreatif direktör olarak ajansın başına hakkıyla geçerler, ya da yukarıdaki 11 maddeye fırsat vermeyecek daha adaletli ve bilimsel çözümleri uygularlar...

Son çalıştığım işletmeye girmeden bu fikirlerimi web sitemdeki yazılarımda ifade etmiştim. Şablon doğru cıktı, genellikle ayıların bol bulunduğu birimlere ve alanlara cuk diye oturuyor.

Faruk Çağla
21 Şubat 2007
-----------------------------------

Not; Bu yazı 2007 yılında yazılmıştır. Şimdi ise bazı küçük değişiklikler yapılarak buraya alınmıştır fakat; Grafikerler.org da yazanları ve yazılanları eleştirmek için buraya konmamıştır. 2006 yılında çalıştığım bir reklam ajansında gördüğüm ve ne işe yaradığını bir türlü anlamadığım, aylarca tek kelime üretmediği halde maaş alan, yaratıcı hiçbir konsept bulamayan ama kendisini kreatif yönetmen olarak görüp/gösterip, aslında müşteri temsilciliği ve patron yalakalığı yapan ve 2 yabancı dili mükemmel konuştuğu halde Türkçeyi beceremeyen, metin yazmayı dönerci yerine Donerchi, simitçi yerine Smithchi yazmak zanneden, körü körüne batı taklitçisi, Türkçe metin yazacağı zaman İstanbul Türkçesi yerine köylü Türkçesi yazmayı marifet sanan, mesela; kaybolmayan sakız yerine “gaybolmeyen saggız” yazıp köylü diliyle reklam yapmakla en uygun hedef kitleye hitap ettiğini sanan, aslında köylü patronları etkileyen, görsel tasarımın gücünü reddedip sadece sözel etkileme gücüne değer veren/verdiren kreatif züppelerin ve onları bir şey zanneden patronların varlığını göstermek için yazılmıştır.
 
Kayıt
3 Ağustos 2009
Mesaj
604
Tepki
74
Gürhan Bey,

Yukarıda Ajanslardaki iş akışını da anlatmıştım ama, ajans tanımları yapacak olursak, genel olarak çizgi üstü ve çizgi altı tanımlarıyla başlayabiliriz. Çizgi üstü ajanslar, ajans tanımı için en uygun yerlerdir. Bunlar, fikir üretirler, yukarıdaki iş akışını uygularlar, konkurlara (kampanya ihalesi) girerler.
Aslında çizgi üstü veya çizgi altı kavramı; işi tanımlar. Çizgi üstü işler olarak genellikle kampanyalar anılır. Bazen bunlara kurumsal kimlik çalışmaları da dahil edilir. Çizgi altı işler evruk-u matbua dediğimiz işler, yani fatura irsaliye, tahsilat makbuzu vs. işler ayrıca katalog, broşür çalışmaları hatta bazı ilan çalışmaları da çizgi altı işlere girer. Aslında çizgi altı işler için ajans tanımı yapmak bence doğru değildir. Bu yerlere Grafik Atölyesi demek daha doğru olur. Hatta artık, bu işlere matbaalar da girmiş durumdalar. Artan rekabet, daralan iş koşulları, onları bu alana (da) zorlamıştır.
Fakat Türkiye'de Ajans deyince daha itibarlı bir durummuş gibi davranılıyor. Oysa, batıda, özellikle ABD'de grafik atölyeleri de oldukça itibarlı yerlerdir. Bizde ne yazık ki serbest çalışanlar (free-lance) pek tutunamıyor. Çünkü aynı zamanda hem müşteri takibi, hem de iş üretmek için ciddi bir şekilde yapılanmak gerekiyor.

Oysa ABD'de yerleşmiş bir kurum var: Temsilcilik yani Representative kurumu.

Bu representative büroları, dışarıya iş yaptırtan ajanslarla bağlantılı çalışırlar. Bunlar işleri toplar, daha doğrusu işler bunlara gelir, onlar da uzmanlık alanına göre atölyelere dağıtırlar. Bundan da hatırı sayılır komisyon alırlar. Böylece freelance çalışanlar da iş arama derdinden kurtulurlar. Yani alan memnun, satan memnun meselesi..

Bizde ne yazık ki böyle kurumlar yok.
Dolaisiyle freelance çalışanlar, müşteriyi de bulmak zorundalar.
Ayrıca müşteri de frelance çalışanların zayıf noktalarını iyi bilir, ona göre sömürürler. Ne kadar ilkeli olmaya çalışırsanız çalışın, müşteri sizin ona bağımlılığınızı kullanır, en geç ödemeleri size yapar, en belalı çekleri size verir, en kuvvetli pazarlığı da sizinle yapar! Yıllarca freelance çalışmış reklam fotoğrafçısı ve grafiker olarak olarak bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilirim. Üstelik, müşteri sizin gece gündüz çalıştığınızı, mesai kavramının olmadığını bildiği için, "ne var yani, sabaha işi hazır et" gibi dayatmalarına maruz bırakabilir. Hele bir de işi fatura edemiyorsanız, vay sizin halinize! O zaman sözleşme de yapamıyorsunuz, ödeme planı da yapamıyorsunuz vesayre vesayre....

Oysa, sadece Newyork'taki freelance çalışan fotoğrafçı sayısı veya grafik atölyesi onbinlerle ifade ediliyor.. Bizde İstanbul da dahil, bütün Türkiye'de kaç freelance fotoğrafçı, grafiker vs. vardır? Ayrıca ABD koşullarında ciddi bir uzmanlaşma da vardır. Her fotoğrafçı, her işi çekemez, moda fotoğrafçısının aynı zamanda still-life işlere atlaması hoş karşılanmaz. Aynı uzmanlaşma, grafik işlerde de vardır. İllüstratöre sayfa düzeni yapmaya zorlamak doğru değildir. Ya da logo tasarlamaya..
Hatta serbest çalışan metin yazarları bile vardır. Üstelik endüstriyel metinler yazanlar, slogan yazanlar vs. gibi farklı konularda iş üretenler piyasada kendilerine uygun işler bulabiliyorlar. Neredeyse bir ajansın yaratıcılık gerektiren bütün işlerini dışarıda, profesyonellere yaptırmak mümkündür. Çünkü gelişmiş bir representative ağı vardır. Onlar, size talebinize göre, bütçenize göre en uygun tasarımcıları, yazarları, fotoğrafçıları, senaristleri, film atölyelerini... bulurlar. Böylece iyi grafiker, iyi fotoğrafçı, iyi illüstratör.. iyi ücretlerle iş yaparlar. Yetersiz olanlar ise daha düşük ücretlerle iş bulurlar. Kendisine güvenen, çabuk ünlenir, piyasada yer kapar.

Bizdeki gibi önce kartvizitine "grafik tasarımcı" veya "art direktör" yazarak değil.

Bana kalırsa, representative kurumu bizde de yerleşirse, gerçek yaratıcılar, tasarımcılar değerlerine ulaşacaktır. Ayrıca ajanslar da kriz dönemlerinde olduğu gibi, ağır işgücü maliyetleri altında ezilmeyeceklerdir. Yaratıcılık, daha güçlü bir rekabet alanı oluşturacak, yetenekliler daha çok kazanacaklardır.
ABD'de iyi fotoğrafçılar veya çok yetenekli grafikerler, lüks villalarda, şatolarda yaşıyor. İyi kazanıyorlar.

Ya bizde?

Esenlikler dileğiyle.
Tuncer ÖZKAN
 
Yukarı Alt