- Kayıt
- 21 Haziran 2009
- Mesaj
- 768
- Tepki
- 39
Topkapı Sarayı'nın Tarihçesi
Topkapı Sarayı, Osmanlı sultanlarının ikametgâhı, devletin yönetim ve eğitim merkezidir. İstanbul fatihi II. Mehmed tarafından 1460-1478 tarihleri arasında yaptırılmış olan ve zaman içerisinde bazı ilavelerin yapıldığı Sarayda, Osmanlı padişahları ve Saray halkı 19. yüzyıl ortalarına kadar ikamet etmiştir. 1850’lerin başında Sultanlar, mevcut Saray 19. yüzyılın devlet protokolü ve merasimlerine ilişkin gereksinimleri karşılamakta yetersiz kaldığı için Boğazdaki Dolmabahçe Sarayına taşınmışlardır. Ancak saltanat hazinesi, Mukaddes Emanetler ve imparatorluk arşivleri Topkapı Sarayında muhafaza edilmiş, bir baba ocağı olması ve Mukaddes Emanetleri barındırmasından dolayı burada devlet törenleri yapılmaya devam edilmiştir. Topkapı Sarayı, Osmanlı monarşisi 1922’de kaldırıldıktan sonra, 3 Nisan 1924’te Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülmüştür.
Fatih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra Beyazıt’ta bugünkü İstanbul Üniversitesinin bulunduğu yerde, daha sonra “Eski Saray” olarak anılacak olan bir saray yaptırmıştır. Fatih, bu ilk saraydan sonra, önce Çinili Köşkü, ardından da yapımı tamamlandığında yerleşecek olduğu Topkapı Sarayını inşa ettirmiştir. Fatih, bu saraya Osmanlıcada “Yeni Saray” anlamına gelen “Saray-ı Cedid” ismini vermiştir. Yeni Saraya Topkapı Sarayı denmesi ise böyle gerçekleşmiştir: Sultan I. Mahmud tarafından Bizans surlarının yakınına yaptırılan ve önündeki selam topları nedeniyle “Topkapusu Sahil Sarayı denilen büyük ahşap sahil sarayı bir yangında tamamen kül olunca, bu sarayın ismi yeni saraya verilmiştir.
Yüzyıllarca gelişen ve büyüyen Topkapı Sarayı'nın planının belirlenmesinde Osmanlı devlet felsefesi ile Saray-tebaa ilişkilerinin büyük rolü olmuştur. Ayrıca, Topkapı'nın ilk inşa edildiği dönemde, Fatih'in babası Sultan II. Murad'ın Tunca Nehri kenarında yaptırmış olduğu ve günümüze sadece kalıntıları ulaşan Edirne Sarayı'nın planından olduğu kadar ihtişamından da esinlenildiği bilinmektedir. Topkapı Sarayının planı; çeşitli avlular ve bahçeler arasında devlet işlerine ayrılmış daireler, hükümdarın ikametgâhı olan bina ve köşkler ile Sarayda yaşayan görevlilere mahsus binalardan oluşur.
Sarayın Bölümleri
Bab-ı Hümayun
Fatih Sultan Mehmed devrinde Sarayın Ayasofya tarafındaki ana girişi olarak yapılan bu kapının üzerinde bulunan ve Ali b. Yahya es Sûfi tarafından yazılan kitabede “Bu mübarek kale, Allah'ın desteği ve rızası üzerine, güvenliği sağlamak maksadıyla, Sultan Mehmed Han'ın oğlu Sultan Murad'ın oğlu, karaların padişahı ve denizlerin hakanı, insanların ve cinlerin üzerinde Allah'ın gölgesi, Doğu'da ve Batı'da Allah'ın yardımcısı, su ve toprağın kahramanı, Konstantiniyye'nin fatihi ve fethin babası olan Sultan Mehmed Han'ın -Allah Teâla onun hükümdarlığını ebedi kılsın ve mekânını kutup yıldızlarından yüksek eylesin- emriyle, (Hicri) 883 yılının mübarek Ramazan ayında (Kasım 1478) imar ve inşa edildi.” ifadesi yer alır.
Bâb-ı Hümâyun’un üzerinde, müsenna (karşılıklı) yazı ile Hicr Suresi'nin 45-48. ayetleri yazılıdır. Bu yazı, hat sanatı ve saltanat kavramı bakımından son derece anlamlıdır. Kapının diğer yüzünde Sultan Abdülaziz'in tuğrasının üzerinde Saff Suresi'nin 13. ayetinden “Nasrun minallahi ve fethün kârîb ve beşiril mü'minin [Ya Muhammed]” (Allah'tan bir yardım ve yakında gerçekleşecek bir zafer! Mü'minlere bunları müjdele [Ya Muhammed]) ifadesi yazılıdır. Bâb-ı Hümâyun’un üzerinde yazılı olan bu ayet, aynı zamanda mehter takımının hücumdan evvel okuduğu ayettir.
Eski gravürlerde, çeşitli dönemlerde tadilat gören bu kapının üzerinde bir köşk bulunduğu görülmektedir. 19. yüzyıl sonlarına kadar ayakta kalan, eskiden alayların izlendiği ve muhallefat (ölen bir kişinin bıraktığı şeyler) hazinelerinin saklandığı bu köşk, 1865 yılındaki yangında kül olmuş ve günümüze ulaşamamıştır.
I. Avlu / Alay Meydanı
Birinci Avlu'ya Bâb-ý Hümâyun'dan girilir. Çeşitli tören ve alaylara sahne olmuş olan bu avlu, Sarayın halka açık olan tek bölümüydü. Avluda Orta Kapı yakınında yer alan ve günümüze sadece temel kalıntıları ulaþan Deavi Kasrı, halkın arzuhâllerini Saraya ilettiği yerdi.
Avlunun sol tarafında Odun Ambarı Ocağı ile Hasırcılar Ocağı (bu alana 19. yüzyıl sonunda inşa edilen idare, karakol binası ile arkasındaki Patrikhane Sarayı'nın kalıntıları günümüze ulaşmıþtır), Aya İrini (Saint Irene) Kilisesi ve Darphâne-i Âmire; sağ tarafında ise Maliye Nezareti, Enderun Hastanesi, Saray için ekmek ve simit imal eden fırınlar, Has Fırın Camii ve görevlilerin kaldığı mekânlar, II. Mahmud devri çeşmesini içeren erken devir bir su terazisi ile Orta Kapı'ya yakın bir yerde Cellat Çeşmesi olarak bilinen ikinci bir çeşme yer alırdı.
Patrikhane Sarayı Kilisesi olarak inşa edilen Aya İrini, bu avludaki en eski yapıdır. Haliç yönünde Kozbekçileri Kapısı ve Marmara yönünde Çizme Kapısı ile Hasbahçe’ye açılan meydandaki en önemli yapı, 6. yüzyılda inşa edilen, Bizans dönemine ait bu kilisedir. Aya İrini Kilisesi, önce Sarayın silah deposuyken, Fethi Ahmed Paşa zamanında bir arkeoloji müzesine, o müzenin 1894'te bugünkü binasına taşınmasının ardından da askerî bir müzeye çevrilmiştir.
Kilisenin yanında yer alan Saray atölyeleri, kökenini Roma İmparatorluğu'ndan alan ve Osmanlı’da sürdürülmüş olan bir ananeyi yansıtır. Buralarda Saray'ın marangozluk, kitap ciltleme, kitapların tezhibi, deri işleri gibi ince işçilikleri yanında dış devletlere gönderilecek hediyeler de hazırlanırdı. Bu avludaki hünerveran atölyesi, 19. yüzyılda Saray terk edilince devletin sikkelerinin basıldığı darphâneye çevrilmiştir.
Birinci Avlu'nun en ilginç köşelerinden biri de Cellat Çeşmesi'dir. Bâbüsselâm'dan girmeden evvel sağ tarafta bu yapıyı görürüz. Saray'ın odunlukları da yine bu bölgede yer alırdı.
II. Avlu / Divan Meydanı
Asıl Saray bölümüne girişi sağlayan ve Orta Kapı da denilen, Bâbüsselâm adındaki iki kuleli kapı, Topkapı Sarayı'nın ve İmparatorluğun ihtişamının bir simgesi olmuştur. Fatih Sultan Mehmed zamanında inşa edilmiş olan Bâbüsselâm, 16. ve 17. yüzyıllarda çeşitli tamiratlar görmüştür. Bu kapıdan sadece padişah atıyla girebilir, sadrazamlar ve diğer devlet erkanı atlarından inerlerdi. Saray kadınları ise saltanat arabaları ile geçerlerdi.
Kapının üzerindeki iki kule, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapýlmýþtýr. Bu kulelerin içinde, Kapıcıbaşı Ağasının, yabancı elçilerin Saray'a girmelerine müsaade edilinceye kadar misafir edildikleri odası da bulunmaktadır. Günümüzde müze ziyareti bu kapıdan başlamaktadır.
Saray'ın İkinci Avlusu olarak 1460'larda inşa edilen Dîvân Meydanı, devlet yönetiminin gerçekleştirildiği, devletin temsil edildiği bir tören alanıdır. Tahta geçiş (cülûs), bayramlaşma, elçi kabulü ve yeniçerilere maaş verme (ulûfe) törenlerinin yapıldığı bu meydanın sağ tarafındaki revakların arkasında Saray Mutfakları yer alır. Sol tarafında ise Adalet Kulesi ile Dîvân-ı Hümâyun toplantılarının yapıldığı Kubbealtı ve hemen yanında silah koleksiyonunun sergilendiği Dış Hazine binası bulunur. Avlunun bu köşesinde Harem dairesinin Arabalar Kapısı, revakların arkasındaki alt kotta ise Baltacılar Koğuşu ile Has Ahır Avlusu görülür.
Avluda, Bâbüsselâm'ın solunda Sultan III. Ahmed döneminde yapılmış olan iki çeşme, sağında ise Sultan III. Selim dönemine ait bir namazgâh ile erken Bizans dönemine ait devasa sütun parçaları yer alır. Babüsselâm'dan Bâbüssaâde'ye giden Padişah Yolu üzerinde bulunan, Bizans devrine ait sarnıç ile Kubbealtı'na giden Vezir Yolu üzerindeki selam taşları da dikkate değerdir.
III. Avlu / Enderun Avlusu
Enderun Avlusu, kale içindeki bir iç kale gibidir. Kârgir yapılarla çevrelenmiş olan avlunun kapıları kapatıldığında, buraya girilmesi mümkün değildir. Avlu, daha çok koğuşların bulunduğu bir mekândır ve alanı yaklaşık dokuz dönüm kadardır.
Babüssaâde'den girilen avluda ilk karşılaşılan yapı Arz Odası'dır. Arz Odası'nın hemen arkasına düşen yerde III. Ahmed Kütüphanesi, avlunun sağ yanında Enderun Mektebi, Meşkhâne, Seferli Koğuşu, Fatih Köşkü ve Sultan II. Selim dönemine ait bir hamam kalıntısı; avlunun sol yanında ise Mukaddes Emanetler'in saklandığı dört kubbeli Has Oda (Hırka-i Saadet Dairesi), Has Oda Koğuşu, Ağalar Camii, Babüssaâde'nin iki yanında Büyük ve Küçük Oda Koğuşları, Akağalar Koğuşu ve Kuşhâne, karşıda ise Hazine Koğuşu, Silahdar Hazinesi, Kilerli Koğuşu bulunmaktadır.
IV. Avlu / Sofa-i Hümayun
Has Oda'nın çift sıra sütunlu geniş revağının açıldığı yer, Sofa-i Hümâyun ya da Mermer Sofa olarak bilinen terastır. Çiçek bahçesi ve havuzlu mermer terastan oluşan bu mekân, Topkapı Sarayı’nın gözde mekânlarından biridir. Revakların önünde yer alan fıskıyeli havuzun geçmişte daha büyük olduğu, 17. yüzyılda IV. Murad ve Sultan İbrahim dönemindeki yapılaşmalar sebebiyle havuzun daraldığı ve terasın Haliç yönünde genişlediği bilinir. Mermer Sofa'da Sünnet Odası, İftariye Kameriyesi, Revan Köşkü ve Bağdat Köşkü yer alır.
Mermer Sofa'dan üç metre uzunluğundaki bir merdivenle Sofa-i Hümâyun'a (Lala / Lale Bahçesi) inilir. Sofa Köşkü ile Hekimbaşı Kulesi'nin bulunduğu bu yer, aynı zamanda çiçek bahçesidir. Buradan Marmara Denizi yönünde inilen son terasta ise Mecidiye Köşkü ve Esvap Odası ile Sofa Camii yer alır.
Harem
Harem sözcüğü, Arapçada, gizlilik, kapanmak anlamlarına gelen “harim” kelimesinden türetilmiştir. Topkapı Sarayında bulunan ve sultanların aileleri ile birlikte yaşadığı Harem Dairesi, 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin mimari üslup özelliklerini yansıtması sebebiyle mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir. Günümüze ulaşabilen İslam saraylarındaki benzerleri arasında bu açıdan öne çıkan Topkapı Sarayı Harem Dairesi, Saray'ındaki ikinci avlunun içinde ve arka bahçelerinin üzerine kurulmuş, yüzyıllar içinde genişlemiştir. Daire, Saraydaki selamlıktan ve yönetim işlevlerinin gerçekleştiği diğer avlulardan yüksek duvarlarla ayrılarak özenle gizlenmiştir.
Topkapı Sarayı'nın inşa edilmesinin ardından Beyazıt'taki Eski Saray'ın Harem olarak kullanýlmaya başladığı, Topkapı Sarayı'nda ise yönetim ve selamlık işlerinin yürüldüğü bilinmektedir. Ancak bu dönemde Altın Yol'un kenarında küçük bir Harem yapılaşmasının (Kadınlar Sarayı - Saray-ı Duhteran) olduğu hakkında bilgiler vardır. Dört yapı evresinde incelenen Harem'deki yoğun yapılaşma ve örgütlenme, Kanuni Sultan Süleyman'ın Haseki Hürrem Sultan ve ailesiyle birlikte Topkapı Sarayı Haremi'ne taşınmasıyla başlamış ve 18. yüzyıla kadar da devam etmiştir.
Harem'de üç yüzden fazla oda, dokuz hamam, iki camii, bir hastane, koğuşlar ve çamaşırlık vardır. Harem, günümüze ulaşan son biçimini, uzun bir zamana yayılan tadilatlar ve ilaveler sonucu almıştır. Harem'in genel yapısı, birbiri ardına sıralanan avlulardan oluşur. Bu avlular ile ayrılan kapı girişleri sonrasında koğuşlar, odalar, köşk ve hizmet binaları yer almaktadır.
Kaynak: topkapisarayi.gov.tr
Topkapı Sarayı, Osmanlı sultanlarının ikametgâhı, devletin yönetim ve eğitim merkezidir. İstanbul fatihi II. Mehmed tarafından 1460-1478 tarihleri arasında yaptırılmış olan ve zaman içerisinde bazı ilavelerin yapıldığı Sarayda, Osmanlı padişahları ve Saray halkı 19. yüzyıl ortalarına kadar ikamet etmiştir. 1850’lerin başında Sultanlar, mevcut Saray 19. yüzyılın devlet protokolü ve merasimlerine ilişkin gereksinimleri karşılamakta yetersiz kaldığı için Boğazdaki Dolmabahçe Sarayına taşınmışlardır. Ancak saltanat hazinesi, Mukaddes Emanetler ve imparatorluk arşivleri Topkapı Sarayında muhafaza edilmiş, bir baba ocağı olması ve Mukaddes Emanetleri barındırmasından dolayı burada devlet törenleri yapılmaya devam edilmiştir. Topkapı Sarayı, Osmanlı monarşisi 1922’de kaldırıldıktan sonra, 3 Nisan 1924’te Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülmüştür.
Fatih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra Beyazıt’ta bugünkü İstanbul Üniversitesinin bulunduğu yerde, daha sonra “Eski Saray” olarak anılacak olan bir saray yaptırmıştır. Fatih, bu ilk saraydan sonra, önce Çinili Köşkü, ardından da yapımı tamamlandığında yerleşecek olduğu Topkapı Sarayını inşa ettirmiştir. Fatih, bu saraya Osmanlıcada “Yeni Saray” anlamına gelen “Saray-ı Cedid” ismini vermiştir. Yeni Saraya Topkapı Sarayı denmesi ise böyle gerçekleşmiştir: Sultan I. Mahmud tarafından Bizans surlarının yakınına yaptırılan ve önündeki selam topları nedeniyle “Topkapusu Sahil Sarayı denilen büyük ahşap sahil sarayı bir yangında tamamen kül olunca, bu sarayın ismi yeni saraya verilmiştir.
Yüzyıllarca gelişen ve büyüyen Topkapı Sarayı'nın planının belirlenmesinde Osmanlı devlet felsefesi ile Saray-tebaa ilişkilerinin büyük rolü olmuştur. Ayrıca, Topkapı'nın ilk inşa edildiği dönemde, Fatih'in babası Sultan II. Murad'ın Tunca Nehri kenarında yaptırmış olduğu ve günümüze sadece kalıntıları ulaşan Edirne Sarayı'nın planından olduğu kadar ihtişamından da esinlenildiği bilinmektedir. Topkapı Sarayının planı; çeşitli avlular ve bahçeler arasında devlet işlerine ayrılmış daireler, hükümdarın ikametgâhı olan bina ve köşkler ile Sarayda yaşayan görevlilere mahsus binalardan oluşur.
Sarayın Bölümleri
Bab-ı Hümayun
Fatih Sultan Mehmed devrinde Sarayın Ayasofya tarafındaki ana girişi olarak yapılan bu kapının üzerinde bulunan ve Ali b. Yahya es Sûfi tarafından yazılan kitabede “Bu mübarek kale, Allah'ın desteği ve rızası üzerine, güvenliği sağlamak maksadıyla, Sultan Mehmed Han'ın oğlu Sultan Murad'ın oğlu, karaların padişahı ve denizlerin hakanı, insanların ve cinlerin üzerinde Allah'ın gölgesi, Doğu'da ve Batı'da Allah'ın yardımcısı, su ve toprağın kahramanı, Konstantiniyye'nin fatihi ve fethin babası olan Sultan Mehmed Han'ın -Allah Teâla onun hükümdarlığını ebedi kılsın ve mekânını kutup yıldızlarından yüksek eylesin- emriyle, (Hicri) 883 yılının mübarek Ramazan ayında (Kasım 1478) imar ve inşa edildi.” ifadesi yer alır.
Bâb-ı Hümâyun’un üzerinde, müsenna (karşılıklı) yazı ile Hicr Suresi'nin 45-48. ayetleri yazılıdır. Bu yazı, hat sanatı ve saltanat kavramı bakımından son derece anlamlıdır. Kapının diğer yüzünde Sultan Abdülaziz'in tuğrasının üzerinde Saff Suresi'nin 13. ayetinden “Nasrun minallahi ve fethün kârîb ve beşiril mü'minin [Ya Muhammed]” (Allah'tan bir yardım ve yakında gerçekleşecek bir zafer! Mü'minlere bunları müjdele [Ya Muhammed]) ifadesi yazılıdır. Bâb-ı Hümâyun’un üzerinde yazılı olan bu ayet, aynı zamanda mehter takımının hücumdan evvel okuduğu ayettir.
Eski gravürlerde, çeşitli dönemlerde tadilat gören bu kapının üzerinde bir köşk bulunduğu görülmektedir. 19. yüzyıl sonlarına kadar ayakta kalan, eskiden alayların izlendiği ve muhallefat (ölen bir kişinin bıraktığı şeyler) hazinelerinin saklandığı bu köşk, 1865 yılındaki yangında kül olmuş ve günümüze ulaşamamıştır.
I. Avlu / Alay Meydanı
Birinci Avlu'ya Bâb-ý Hümâyun'dan girilir. Çeşitli tören ve alaylara sahne olmuş olan bu avlu, Sarayın halka açık olan tek bölümüydü. Avluda Orta Kapı yakınında yer alan ve günümüze sadece temel kalıntıları ulaþan Deavi Kasrı, halkın arzuhâllerini Saraya ilettiği yerdi.
Avlunun sol tarafında Odun Ambarı Ocağı ile Hasırcılar Ocağı (bu alana 19. yüzyıl sonunda inşa edilen idare, karakol binası ile arkasındaki Patrikhane Sarayı'nın kalıntıları günümüze ulaşmıþtır), Aya İrini (Saint Irene) Kilisesi ve Darphâne-i Âmire; sağ tarafında ise Maliye Nezareti, Enderun Hastanesi, Saray için ekmek ve simit imal eden fırınlar, Has Fırın Camii ve görevlilerin kaldığı mekânlar, II. Mahmud devri çeşmesini içeren erken devir bir su terazisi ile Orta Kapı'ya yakın bir yerde Cellat Çeşmesi olarak bilinen ikinci bir çeşme yer alırdı.
Patrikhane Sarayı Kilisesi olarak inşa edilen Aya İrini, bu avludaki en eski yapıdır. Haliç yönünde Kozbekçileri Kapısı ve Marmara yönünde Çizme Kapısı ile Hasbahçe’ye açılan meydandaki en önemli yapı, 6. yüzyılda inşa edilen, Bizans dönemine ait bu kilisedir. Aya İrini Kilisesi, önce Sarayın silah deposuyken, Fethi Ahmed Paşa zamanında bir arkeoloji müzesine, o müzenin 1894'te bugünkü binasına taşınmasının ardından da askerî bir müzeye çevrilmiştir.
Kilisenin yanında yer alan Saray atölyeleri, kökenini Roma İmparatorluğu'ndan alan ve Osmanlı’da sürdürülmüş olan bir ananeyi yansıtır. Buralarda Saray'ın marangozluk, kitap ciltleme, kitapların tezhibi, deri işleri gibi ince işçilikleri yanında dış devletlere gönderilecek hediyeler de hazırlanırdı. Bu avludaki hünerveran atölyesi, 19. yüzyılda Saray terk edilince devletin sikkelerinin basıldığı darphâneye çevrilmiştir.
Birinci Avlu'nun en ilginç köşelerinden biri de Cellat Çeşmesi'dir. Bâbüsselâm'dan girmeden evvel sağ tarafta bu yapıyı görürüz. Saray'ın odunlukları da yine bu bölgede yer alırdı.
II. Avlu / Divan Meydanı
Asıl Saray bölümüne girişi sağlayan ve Orta Kapı da denilen, Bâbüsselâm adındaki iki kuleli kapı, Topkapı Sarayı'nın ve İmparatorluğun ihtişamının bir simgesi olmuştur. Fatih Sultan Mehmed zamanında inşa edilmiş olan Bâbüsselâm, 16. ve 17. yüzyıllarda çeşitli tamiratlar görmüştür. Bu kapıdan sadece padişah atıyla girebilir, sadrazamlar ve diğer devlet erkanı atlarından inerlerdi. Saray kadınları ise saltanat arabaları ile geçerlerdi.
Kapının üzerindeki iki kule, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapýlmýþtýr. Bu kulelerin içinde, Kapıcıbaşı Ağasının, yabancı elçilerin Saray'a girmelerine müsaade edilinceye kadar misafir edildikleri odası da bulunmaktadır. Günümüzde müze ziyareti bu kapıdan başlamaktadır.
Saray'ın İkinci Avlusu olarak 1460'larda inşa edilen Dîvân Meydanı, devlet yönetiminin gerçekleştirildiği, devletin temsil edildiği bir tören alanıdır. Tahta geçiş (cülûs), bayramlaşma, elçi kabulü ve yeniçerilere maaş verme (ulûfe) törenlerinin yapıldığı bu meydanın sağ tarafındaki revakların arkasında Saray Mutfakları yer alır. Sol tarafında ise Adalet Kulesi ile Dîvân-ı Hümâyun toplantılarının yapıldığı Kubbealtı ve hemen yanında silah koleksiyonunun sergilendiği Dış Hazine binası bulunur. Avlunun bu köşesinde Harem dairesinin Arabalar Kapısı, revakların arkasındaki alt kotta ise Baltacılar Koğuşu ile Has Ahır Avlusu görülür.
Avluda, Bâbüsselâm'ın solunda Sultan III. Ahmed döneminde yapılmış olan iki çeşme, sağında ise Sultan III. Selim dönemine ait bir namazgâh ile erken Bizans dönemine ait devasa sütun parçaları yer alır. Babüsselâm'dan Bâbüssaâde'ye giden Padişah Yolu üzerinde bulunan, Bizans devrine ait sarnıç ile Kubbealtı'na giden Vezir Yolu üzerindeki selam taşları da dikkate değerdir.
III. Avlu / Enderun Avlusu
Enderun Avlusu, kale içindeki bir iç kale gibidir. Kârgir yapılarla çevrelenmiş olan avlunun kapıları kapatıldığında, buraya girilmesi mümkün değildir. Avlu, daha çok koğuşların bulunduğu bir mekândır ve alanı yaklaşık dokuz dönüm kadardır.
Babüssaâde'den girilen avluda ilk karşılaşılan yapı Arz Odası'dır. Arz Odası'nın hemen arkasına düşen yerde III. Ahmed Kütüphanesi, avlunun sağ yanında Enderun Mektebi, Meşkhâne, Seferli Koğuşu, Fatih Köşkü ve Sultan II. Selim dönemine ait bir hamam kalıntısı; avlunun sol yanında ise Mukaddes Emanetler'in saklandığı dört kubbeli Has Oda (Hırka-i Saadet Dairesi), Has Oda Koğuşu, Ağalar Camii, Babüssaâde'nin iki yanında Büyük ve Küçük Oda Koğuşları, Akağalar Koğuşu ve Kuşhâne, karşıda ise Hazine Koğuşu, Silahdar Hazinesi, Kilerli Koğuşu bulunmaktadır.
IV. Avlu / Sofa-i Hümayun
Has Oda'nın çift sıra sütunlu geniş revağının açıldığı yer, Sofa-i Hümâyun ya da Mermer Sofa olarak bilinen terastır. Çiçek bahçesi ve havuzlu mermer terastan oluşan bu mekân, Topkapı Sarayı’nın gözde mekânlarından biridir. Revakların önünde yer alan fıskıyeli havuzun geçmişte daha büyük olduğu, 17. yüzyılda IV. Murad ve Sultan İbrahim dönemindeki yapılaşmalar sebebiyle havuzun daraldığı ve terasın Haliç yönünde genişlediği bilinir. Mermer Sofa'da Sünnet Odası, İftariye Kameriyesi, Revan Köşkü ve Bağdat Köşkü yer alır.
Mermer Sofa'dan üç metre uzunluğundaki bir merdivenle Sofa-i Hümâyun'a (Lala / Lale Bahçesi) inilir. Sofa Köşkü ile Hekimbaşı Kulesi'nin bulunduğu bu yer, aynı zamanda çiçek bahçesidir. Buradan Marmara Denizi yönünde inilen son terasta ise Mecidiye Köşkü ve Esvap Odası ile Sofa Camii yer alır.
Harem
Harem sözcüğü, Arapçada, gizlilik, kapanmak anlamlarına gelen “harim” kelimesinden türetilmiştir. Topkapı Sarayında bulunan ve sultanların aileleri ile birlikte yaşadığı Harem Dairesi, 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin mimari üslup özelliklerini yansıtması sebebiyle mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir. Günümüze ulaşabilen İslam saraylarındaki benzerleri arasında bu açıdan öne çıkan Topkapı Sarayı Harem Dairesi, Saray'ındaki ikinci avlunun içinde ve arka bahçelerinin üzerine kurulmuş, yüzyıllar içinde genişlemiştir. Daire, Saraydaki selamlıktan ve yönetim işlevlerinin gerçekleştiği diğer avlulardan yüksek duvarlarla ayrılarak özenle gizlenmiştir.
Topkapı Sarayı'nın inşa edilmesinin ardından Beyazıt'taki Eski Saray'ın Harem olarak kullanýlmaya başladığı, Topkapı Sarayı'nda ise yönetim ve selamlık işlerinin yürüldüğü bilinmektedir. Ancak bu dönemde Altın Yol'un kenarında küçük bir Harem yapılaşmasının (Kadınlar Sarayı - Saray-ı Duhteran) olduğu hakkında bilgiler vardır. Dört yapı evresinde incelenen Harem'deki yoğun yapılaşma ve örgütlenme, Kanuni Sultan Süleyman'ın Haseki Hürrem Sultan ve ailesiyle birlikte Topkapı Sarayı Haremi'ne taşınmasıyla başlamış ve 18. yüzyıla kadar da devam etmiştir.
Harem'de üç yüzden fazla oda, dokuz hamam, iki camii, bir hastane, koğuşlar ve çamaşırlık vardır. Harem, günümüze ulaşan son biçimini, uzun bir zamana yayılan tadilatlar ve ilaveler sonucu almıştır. Harem'in genel yapısı, birbiri ardına sıralanan avlulardan oluşur. Bu avlular ile ayrılan kapı girişleri sonrasında koğuşlar, odalar, köşk ve hizmet binaları yer almaktadır.
Kaynak: topkapisarayi.gov.tr