@Şener CANÖZ
Günümüz insanı "yoksulluk" konusunda da komik teklifler sunuyor. Meselâ Birleşmiş Milletler Bin Yıl Komitesi insanları mutlak yoksullukla mücadele için ayağa kalkmaya davet ediyor. Yanlış anlamayın bu bir miting, yürüyüş, teşkilat kurmak vb. değil. Sadece o gün, o saatte oturduğunuz yerde ayağa kalkıp bir dakikalık anma duruşunda bulunacaksınız.
Yürüyüşler, oturup-kalkmalar-filan. Bunlarla akan su geri çevrilmez. Muhalif olanlar gerçekten bu medeniyetin, bu bilimin, bu felsefenin, bu hayat tarzının redcileri olmalılar.
Modern teknolojiyi toptan reddetmeliler. Bunu doğuran felsefe-bilimi reddetmeliler. Bunu yürüten hukuku reddetmeliler. Konforu, tüketimi lanetleyip tek bir buğday tanesini bile hesap etmeliler. İsrafı, çılgınlığı, eğlence sanayiini finanse eden kaynakların tamamını dünyanın yoksul ülkelerine göndermeliler.
http://www.yenisafak.mobi/yazarlar/MustafaKutlu/kendini-yiyen-insan/2490
İnsanlar kalkınmaya, ilerlemeye, refaha koşuyor. Bu aslında bir serap. Ama inanç haline gelmiş. (Bir de "sürdürülebilir kalkınma" var ki, bu kuyruklu yalan) İnsanlık cenneti bu dünyada bulmak için kıyasıya bir yarışa girdi. Bu yolda kan dökülüyor, savaşların sonu gelmiyor. İşin tuhafı hedefi belirleyen ilerlemiş-kalkınmış ülkeler. Ötekiler onlara yetişmeye çabalıyor. İşte bu çaba kısır bir döngüdür. Her yaptıkları hamle büyüklerin işine yarıyor.
Büyükler büyümenin bedelini tarih boyunca güçsüz, "geri kalmış" ülkelere, insanlara ödettiler. Bu kan ve gözyaşının karşılığını kendileri de gördü. Yirminci asrın iki büyük savaşı dahi insanları uyandıramadı. İçlerinde "yanlış yoldayız" diyen muhalifler hep oldu, ama onları türlü vasıtalarla susturdular.
Kalkınmak-ilerlemek-zengin olmak için önce "enerji" lazım. Modern teknolojik medeniyet(!) bu enerjiyi petrol-kömür-doğalgaz, ile sağlıyor. Tüm siyasi oyunlar, zor kullanma, ittifaklar, dostluklar, cepheler enerji sahalarını kontrol etmek için.
Petrol ve kömür havayı-suyu-toprağı kirletti, zehirledi. İnsan bunun farkında ama kendi ipini çekmeye devam ediyor. İklim değişikliği, küresel ısınma, doğal kaynakların tahribi, su kıtlığı, hiçbir şey onu yolundan döndürmüyor.
Bu arada alternatif "enerji kaynakları" bulmaya çabalıyor. Yeter ki çarklar dönsün. Çarklar döndükçe korku büyüyor.
Onlarca şirket bitkilerden biyo-yakıt üretmeye çalışıyor. Ancak "alternatif enerji" nin kullanılır ve yeter hale gelmesi yıllar alacak. Nükleer enerji iştah kabartıyor ama gerek Çernobil, gerekse Japonya'da patlayan santral büyük düş kırıklığı yarattı, bu imkâna şüphe ile bakılmaya başlandı. Herhangi bir karmaşada bu santrallerin tahribi korkunç neticelere gebedir.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=32209&y=MustafaKutlu
Bilgisayar bunların en korkuncu. Hani bazı zehirli yosunlar vardır kıyıları istila eder, bir türlü önüne geçemezsiniz. O da hayatımızı kuşattı.
Arkasından internet geldi (Kimbilir daha neler gelecek.) Artık onu tariften aciz kalmış durumdayım. Fazla değil on, on beş yıl önce bilgisayar başında zaman geçirenleri bağımlılık ile suçluyorduk. Tıpkı otomobil aşkına yakalananlar veya televizyon önünden kalkmayanlar gibi.
Şimdi ise bilgisayar insanın beyni, eli, ayağı, gözü-kulağı oldu. İş yerinde saatlerce bilgisayar başında kalan zavallı insanoğlu; İşten çıktıktan sonra cep telefonu, dizüstü bilgisayar ile yine bu kara sevdayı devam ettiriyor. Tramvaydan indikten sonra yolculara bakıyorum. Yüzde sekseni cep telefonu ile konuşuyor.
Acaba ne konuşuyorlar? (Telefon konuşmayı toptan değiştirmiştir. Yüz-yüze söyleyemediğimizi telefonda söyleriz. Bu derin bir konudur.) Yapılan araştırmalar şunu göstermiş; bu bilgisayar-internet bağımlılığı o dereceye ulaşmış ki, kişi bir gün internetsiz kalsa depresyona giriyor.
Tatile gitmiş aileler ne denize, ne ormana, ne havuza bakıyor; hepsinin dizinin üzerinde bir bilgisayar öylece oturuyorlar. Kişi cep telefonunu yanına almamış veya bir yerde unutmuş ise âdeta çıldırıyor. Ne yapacağını şaşırıyor. Sanki kolunu, bacağını kesmişler. Gençler internet olmaksızın ne yapacaklarını bilemiyorlar. Tek başlarınalar ve ellerinde bir âlet var. Bu acaba onları sosyalleştiriyor mu? Yoksa aptallaştırıyor mu?
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=30184&y=MustafaKutlu
Makinalar kan istiyordu, kan.
Kanı temin için toprak deliniyor, petrol ve gaz çıkarılıyor; nehirlerin önü kesilip barajlar yapılıyor, ormanlar katlediliyor, denizler kirleniyordu.
Kim çok biliyorsa o kazanıyordu.
Çok bilenler önce birer diktatör üretti. İnsanoğlu bu, putunu kendi yapar kendi yıkar. Diktatörler milyonla cana kıydı.
Sonuç hiç.
Kocaman bir hiç.
Güya soğuk savaş bitmiş, bilgi çağı açılmıştı. Bilgisayar bu elektronik çağın sembolü oldu. Otomobil ile televizyon ona eşlik etmeye başladı. Dünya artık küçük bir köy olmuş, her fert aynı hayat tarzını benimsemişti. Tüketim ekonomisi makinaya hız kazandırıyor, insanlar haz peşinde koşuyordu.
Doğrusu hayat çok sıkıcı olmuştu. Bu sıkıntıyı dağıtmak için "dijital çağ" açıldı. Cep telefonları ve internet devreye girdi. Oh ne güzel. Şiirini ve büyüsünü kaybeden dünyada "sanal âlem" oluşmuştu.
Hassan Sabbah'ın cenneti bu olmalı, her kişiye bir "dizüstü" verilmeliydi.
Yazar-fütürist Marc Prensky bu teknoloji ile büyüyen çocuklar için "yarı makine-yarı insan" diyor. Onlar teknoloji ile o kadar iç-içeler ki, cep telefonları olmayınca vücutlarından bir parça kopmuş gibi hissediyorlar. Doğrudur.
Zaten "makine" için insanın uzayan eli denilmiyor muydu?
Bu arkadaş iyi bir satıcı. Geçenlerde ülkemizi ziyaret etmiş ve bir konuşma yapmış. Modern teknoloji ile işlerin kötüye gittiğini söyleyen yetişkinlere nasihat ediyor. Hani benim gibiler "eski günler daha iyi idi. Arkadaşlarımızla yüz yüze konuşurduk" diyoruz ya; hemen cevabı yetiştiriyor: "Evet, birçok yetişkin bu argümanı romatize etmeye bayılıyor! Teknolojik aletler bu kadar işin içinde olmasaydı ne güzel birbirimizle konuşacaktık, diyenler var.
Hayır teknoloji olmasaydı babanla başka bir sebep yüzünde kavga edecektin. Eskiden daha iyiydi diye bir şey yok, sadece şimdiki zaman daha farklı."
Farkı fark ediyorsunuz değil mi? Adam soruya cevap vermiyor. "Hepimiz dijital çağa ayak uydurmak zorundayız, adaptasyon şart" diyor.
İşte kilisenin bir emri daha.
Cepten konuşulacak! Konuş!
İnternet tıpkı esrar gibi, eroin gibi uyuşturucu etkisi yapıyormuş. Kablosuz internet kansere sebep oluyormuş ne gam. (Bağımlılar için Bakırköy'de Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde bir poliklinik açılmış.) Gir internete başka bir dünya ile tanış. İşte "sıkıntı"nın ilacı. Hayal âleminde dolaş. Cambaza bak cambaza. Ha, bu arada internet üzerinden alış-veriş yapmayı unutma.
Bunca cinayet, savaş, kan, toplu ölüm getiren modern teknolojik medeniyetin bağlılarını sakinleştirmesi, tamamen teslim alması için böyle bir "uyuşturucu"ya ihtiyacı vardı.
Makinadan insan yapmak istiyorlardı ya; işte bu da oldu.
Topluca kına yakalım.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=30678&y=MustafaKutlu
Bu otomobil bize bu kadar kıyıyor da, biz neden hâlâ onu "çılgın gibi" seviyoruz.
Efendim suç otomobilde değil, onu kullananda.
Hadi canım sen de.
Aletlerin masum olduğunu düşünmek safdilliktir.
Aletleri doğuran, yani teknolojiyi yoğuran ideolojidir.
Otomobil bir ideolojinin ürünüdür.
Atası "Buhar makinası"na kadar gider. Bu ideolojinin temelinde "dünyayı cennet yapmak" vardır. İnsanoğlu buna kolay kanar. On dokuzuncu asırda bu düşünce tüm dünyayı sardı. "Bilim herşeyi halledecek" dediler, sonunda I. Dünya Savaşı çıktı. Hem de Avrupa'da. İnsanlar birbirini yedi. Bu korkunç savaş maalesef insanlara ders vermekte yetersiz kalmış olmalı ki ardından II. Dünya Savaşı yaşandı.
Öyle bir savaş ki sonu nükleer bomba ile noktalandı. Ve bilim insanlara cennet yerine korku, şüphe, diken üstünde yaşamayı hediye etti.
Bir uzun süredir "pirincin taşı" ayıklanmaya çalışılıyor ama nafile.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/otomobil-sevdasi/34850
Eskiye rağbet olsa
Bazıları eski Eyüp Sultan oyuncaklarını canlandıralım, yeniden dolaşıma sokalım diye saf ve temiz bir istekte bulunuyor.
Acıyla gülümsüyorum.
O zilli düdüklerin, toprak testilerin, ahşap arabaların elektronik oyuncaklar yanında esamisi okunmaz.
Her düğmesine bastığında ayrı ses çıkaran, müzik çalan, hareket eden, rengarenk, yürüyen, konuşan, gülen oyuncakların karşısında eskileri kim alır? Oyuncak müzeleri, koleksiyonerler, Eyüp Sultan ziyaretine gidenler (Hatıra olarak).
İpin ucu nerede kaçtı?
Bence 'Buhar makinası'nın icadında.
Tanrılarla savaşan Pagan zihniyet Rönesans ile güçlenince Tanrı'yı tahttan indirip yerine insanı koydu.
Nefsini bir türlü doyuramayan, şeytanın oyuncağı olmuş insanı.
Bu makina öyle bir makina idi ki, yüz beygir gücünde olacak şekilde gelişti.
Hududullah böylece inkâr edildi ve bu inkâr kendini Tanrı sanan insan eliyle nükleer silahlara kadar geldi. Kimbilir bundan sonra nereye gidecek?
İnsanoğlu bu.
Putunu kendi yapar, kendi tapar.
Bana diyorlar ki, 'Yahu Kutlu, bıçak da bir âlet. İnsan bununla hem soğan doğrar hem cinayet işler. Niyete bağlı, âletin ne suçu var?'
Ben de diyorum ki: 'Taş bir âlet değil ama insan onunla hem ceviz kırar, hem de kafa kırar.'
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/eskiye-ragbet-olsa/41537