@Murat Vardar
Bir Meksika sahil kasabasına yolu düşen Amerikalı işadamı, kıyıya yanaşan kayıktaki balıkçıyla konuşur.
Kayığın içinde, henüz tutulmuş birkaç ton balığı bulunmaktadır.
Amerikalı iş adamı balıkların iriliğinden dolayı balıkçıyı över ve bu birkaç balığı ne kadar zamanda yakaladığını sorar.
Balıkçı, "Fazla sürmedi, senyör" der.
Amerikalı hayretle sorar: "Öyleyse neden daha fazla denizde kalıp da daha çok balık tutmadın?"
"Bu kadarı bugünlük aileme yeter."
"Peki", der Amerikalı iş adamı.
"Geri kalan zamanın nasıl dolduruyorsun?"
"Sabahları geç kalkıyorum. Sonra birkaç balık tutuyorum. Sonra çocuklarla oynuyorum. Öğleden sonra eşimle biraz şekerleme yapıyorum. Akşamları da kasabaya iniyorum; Amigolarla birşeyler içip gitar çalıyoruz. Böylece hayatı dolu dolu yaşıyoruz, senyör."
Amerikalı iş adamı bu hayatı son derece sevimsiz bulur.
"Ben Harvard mezunuyum, sana yardımım dokunabilir" der.
"Herşeyden önce, daha fazla balık tutmalısın."
Balıkçı hayretle sorar: "Niçin senyör?"
"Artan balıkları satar, daha çok kazanırsın."
"Sonra senyör?"
"Zamanla kendine daha büyük bir tekne alırsın."
"Sonra senyör?"
"Daha büyük tekneyle daha çok balık tutar, daha çok kazanırsın."
"Sonra senyör?"
"Daha başka tekneler alır, bir filo kurarsın."
"Sonra senyör?"
"Sonra balıkları işlemek için kendin konserve tesisleri kurarsın. Böylece kârın önemli bir kısmını başkalarına kaptırmamış olursun."
"Sonra senyör?"
"Tabii, bütün bu işleri böyle küçük bir sahil kasabasında yürütemezsin. bu arada Los Angeles veya New York gibi büyük bir dünya kentine taşınmış olursun."
"Sonra senyör?"
"Yeteri kadar büyüyünce halka açılır, hisse senetlerini satarsın. Büyük zengin olursun. Milyonlarca doların olur."
"Sonra senyör?
"Bu kadar paran olduktan sonra çalışmana gerek kalmaz. Emekliye ayrılır, bir sahil kasabasında kafanı dinlersin. Sabah geç saatlere kadar uyursun. Biraz balık tutar, çocuklarla oynar, öğlenleri de şekerleme yaparsın. Akşamları ise amigolarınla birşeyler içip gitar çalarsın."
"Bunları yapıyorum zaten senyör!.."
Bu tüketim ekonomisinin mantıksızlığını göstermek için örnek olarak anlatılan çok ünlü bir hikayedir.
İş dünyasında görüştüğüm yönetici ve işadamlarına, bir günlerini nasıl geçirdiğini mutlaka sorarım.
Ve birçoğundan aldığım cevaplar aşağı yukarı aynı.
Sabahın erken saatlerinde işe gelirler. İşyerini en geç terkedenler arasındadırlar. Haftada en az bir iki akşam iş yemeklerine giderler.
Eve ancak çocuklar uyuduktan sonra gelirler. İşin benim açımdan kötü tarafı şu: işadamı ve yöneticiler bunları anlatırken de övündüklerini gizlemezler.
Sosyal faaliyet denilince de bir sosyal kurumun etkinliğine katılmayı, spor organizasyonlarını takip etmeyi ve üye olmayı anlarlar.
Ya akraba, ya komşu, mahalle sakinleri, ya çocuklar ve eş.. deyince cevap şu:
"İşler o kadar yoğun ki vakit bulamıyorum."
Oysa teknoloji bize o kadar çok boş zaman hediye etti ki farkında mı değiliz? Yoksa boş zamanı kullanma konusundaki tercihlerimiz mi yanlış?
Bu hızlı hayata, daha çok şeye sahip olmak için kendimizi mecbur biliyoruz. Fakat hızlı hayat, gittikçe bizi daha çok şeyden yoksun kılıyor.
Kazandıkça yoksullaşıyoruz.
Yoksullaştıkça daha çok çalışmak zorunda kalıyoruz ve daha da yoksullaşıyoruz.
Üstelik bu yarışa şimdi çocuklarımızı da hazırlıyoruz.
(Yusuf Kaplan)