Bir Yaşlı Grafikerden ANILAR

Kayıt
13 Kasım 2009
Mesaj
2
Tepki
0
Merhaba Faruk Bey,

Anılarınızla yaklaşık yarım saat önce tanıştım henüz 4 anınızı okudum. Tüm samimiyetimle söylüyorum okurken inanılmaz zevk aldım ki, bu zevki hergün biraz tadabilmek için tamamını bir gecede bitirmek istemedim.

Şu ana kadar okuduğum dizeler, gerçekten son zamanlarda ki mesleği bırakma düşüncemle birebir örtüşüyor.

7 yıldır grafikerlik yapıyorum. Lise den sonra direk mesleğe atıldım, yaş küçük ve çevrenizde ki insanlar da bu konuda size yol gösterici olmuyorsa fakülte, okul düşünmüyorsunuz haliyle.

Grafikerin Emir Eri veya yanındakinin mouse u olması benimde canımı çok acıtıyor. Bu durumun tasarımcının çalışma şevkini kırdığı gibi geleceğinde de olumsuz etkiler yarattığı kaçınılmaz gerçek. 7 yıllık süre zarfında, işverene veya müşteriye gösterilmeden önce ağzınızın kulaklarınızda olduğu bir tasarımı onaylandıktan sonra hemen portfolyonuza koyduğunuzu hayal ediyorsunuz, daha sonrasın da iş onay aşamasında öyle bir değişiyor ki bırakın o eseri portfolyonuza koymayı, imzanızı atmaya ve çevrenizdekilere bunu ben yaptım demeyi bile utanç sayabiliyorsunuz.

Malesef şu anda portfolyom daki çalışmaların %90 ı, küçük bir süre için kendi kurduğum firmamda, patron, grafiker, art direktörlüğünü kendim yaptığım işlerden oluşmakta.

İşin kötü tarafı ise malesef ne kadar yetenekli olursanız olun, ne kadar yaratıcı, hayal gücü sınır tanımaz olsun, mektepli olmadan birşey ifade etmemesi.

Söylemek istediğim şudur; en azından kendi açımdan, şu ana kadar çalıştığım ortamlarda, birşeyler yapmak istiyorum, "ben reklamcıyım bu benim mesleğim veya reklamcı olmak için ilerliyorum, bu yüzden fikir üretmek benim işim, siz gidin masanızı, sandalyenizi üretin, gidin restaurantınız için üzerinize düşeni yapın, bırakın reklamınızı ben yapayım" demek istiyorum diyemiyorum...

Bunun nedeni ise, çalıştığım ortamların dilimi kelepçelemesidir. Bu yüzden gerçekten mesleğimi bırakma aşamasına kadar geldim. Artık hiçbir zevk alamıyorum, robot misali söylenilenleri yapmaktan kurtulamıyorum, sanırım bunda mektepsiz olmamın çok dezavantajı var.

Size sormak istiyorum, ülkede ki hatırı sayılır reklam ajansları da aslında böylemidir ?
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@disconnecting

Ülkemizdeki hatırı sayılı reklam ajanslarında daha sağlıklı iş bölümü ve ekip çalışması vardır.

Yoz kültür ve feodal mentalite; "alırsın bir bilgisayar, oturtursun önüne bir bilgisayarcı, dilediğin tasarımı yaptırırsın", şeklindeki prensip ile tek kişilik grafik tasarım ekibi istemektedir. Ucuzcu ve niteliksiz tasarım anlayışıdır bu... Ekip çalışmasını dışlar. Grafik tasarımcıyı grafik işçisi olarak görür, bu tip işletmelerde tasarımcı, müşteri veya patrondur, bilgisayarcı ise onların tatmin aracıdır. Bilgisayarcıya grafiker demeleri, ağız alışkanlığındandır, bazen işte tasarımcımız Ahmet bey, ona istediğin tasarımı yaptırabilirsin diyerek grafikere tasarımcı derler ama, müşterinin yaptırdığı tasarımları yapan tasarım memuru gibi görürler onu. Yoksa grafikerin kendisinin istediği tasarımları yapması anlamında kullanmazlar tasarımcı kelimesini.

Modern ajanslarda ise yardımcı grafikerlik, grafikerlik ve art direktörlük mevkileri, rütbeleri vardır. Reklamı veren müşteri asla tasarım odasına girmez, giremez.

Nasıl bir tasarımın yapılacağını kimse kimseye emredemez, buyuramaz.

Müşteri; arzu ve isteklerini ajansın müşteri temsilcisine anlatır, buna müşterinin brief (zarf) vermesi denir (brifing kelimesi buradan gelir).

Briefi alan müşteri temsilcisi, kendi yorumlarını da katarak tasarım ve yaratım grubunun en tepesindeki kişilere aktarır. Bu kişiler ajansın kadro durumuna göre kreatif direktör, reklam yazarı ve sanat yönetmenidir. (kreatif direktör= yaratıcı yönetmen) (art direktör; sanat yönetmeni veya görsel yönetmen)

Bu kişiler ajansın kreatif zirvesidir ve aralarında brain storm (beyin fırtınası) yaparlar ve doğru metinleri doğru görselleri veya doğru reklam stratejilerini belirlerler.

İşte bundan sonra emir ve komuta zinciri başlar.

Ajansın kurmayları tıpkı ordunun kurmayları gibi savaş strateji ve taktiklerini belirlemişlerdir, sıra askerlere gelmiştir.

Savaş başlamıştır, hücuuum emri verilir ve grafiker nasıl bir tasarım yapacağını, metin yazarı nasıl bir text yazacağını, fotoğrafçı nasıl bir resim çekeceğini, yardımcı grafiker hangi resimleri dekupe edeceğini bilir.

Müşteri bu aşamalarda devreye giremez, müdahale edemez.
İş bitince ya beğenir ya beğenmez, beğenmezse de niçin beğenmediğini izah etmek ve reklam ajansını ikna etmek zorundadır. Keyfi ve zevki için emredemez, buyuramaz. Zaten ajans iyi ajans ise, eleştirilecek veya beğenilmeyecek iş yapmaz.

Büyük ajanslar, büyük paralar aldıkları için, büyük kadrolarlarla çalışırlar. Büyük kadrolar da büyük tasarımlar üretir, kimin için? Büyük müşteriler için!

Küçük müşteriler için büyük tasarımlar üretip genellikle büyük paralar kazanılmaz.
Küçük müşteriler de çeşit çeşittir; küçük fakat tasarımcıya saygılı olanlar, küçük ama tasarımcıya saygısız olanlar...

Tasarımcıya saygılı olan küçük müşteriler, iyi tasarımcı/reklamcı ile çalışırlarsa kolayca büyürler... Müşteri büyürse reklamcı da büyür ve büyük kazanır. (YATAŞ bunlardan biridir ve ben YATAŞ'ın ilk kampanyalarını yapan art direktörüm. Yataş PUFFY Center logosu benim tasarımımdır. 1987 yılından beri kullanılmaktadır. PUFFY yazısı FONT değildir, benim türettiğim harf karakteridir, o zaman bilgisayar yoktu, ellerimle yazmıştım)

Küçük fakat saygısız olanlar, küçük olarak kalmaya ve daha da küçülmeye mahkum olurlar.

Kötü müşteri, iyi tasarımı da bozar... Büyük ajansa bile kötü müşteri gelir, ajans gerçekten büyükse kötünün istediği kötü tasarımı yapmaz. Ama müşteriyi kovunca ajansın kafasındaki iyi tasarım da yapılmamış olur.

SON SÖZ; KÖTÜ MÜŞTERİYE İYİ TASARIM YAPILMAZ.

----------------------

NOT; İyi ajanslar, iyi iş bölümüne sahip, iyi ekip kurabilmiş ajanslardır. Bu gün bütün kirli oyun bu iş bölümünü ve ekibi dağıtmak, yok etmek planı üzerine oynanmaktadır. Amaç herşeyi tek personele yaptırmaktır. Bu nedenle hem tayfa hem kaptan veya iş istasyonu grafiker modeli yaygınlaştırılmayas çalışılmaktadır.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Konu başlığı ile ilgili anılarımıza dönersek;
Yıl 2001, CNN Türk kanalında Soru-Cevap adlı program yayınlanıyor. Ben de PC başında hem iş yapıyorum hem de göz ucuyla bu programı seyrediyorum.

Programın konusu; Reklamcılık ve reklam ajansları...

Konu bu olunca işi gücü bıraktım daha dikkatli izlemeye başladım. Program konuğu o zamanki Reklamcılar Derneği başkanı bir hanımefendi. (adı bende gizli, özel olarak soran olursa söylerim)

Sunucu çeşitli sorular soruyor, bu hanım cevaplıyor. Derken, sunucu; izleyiciler de sorabilir, buradan cevap verebiliriz deyince, hazır bilgisayar önümde açıkken, 3-4 tane soruyu peş peşe yazdım e-mail olarak yolladım.

Sorular aklımda kaldığı kadar şöyleydi;
1-Türkiyedeki Reklam Ajanslarında kreatif direktörler genellikle metin yazarlarından çıkıyor da art direktörlerden çıkmıyor nedendir?
2-Türkiyede TV reklamlarında genellikle söz, gözden önce geliyor. Mesela; görsel efektleri güçlü TV reklamları değil de, sözel metni ön plana çıkaran radyo reklamı gibi olan Tv reklamları yapılıyor. Türklerin yaptığı TV reklamlarını TV yi seyretmeden filmi görmeden banyodayken dinlesek anlayabiliyoruz, ama yabancıların TV reklamlarında hem söz çok az, hem de görmeden anlayamıyoruz. Nedendir?
3-Bu durumun bizde kreatif yönetmenlerin metin yazarlarından çıkmasının etkisi yok mudur? Türkiyede sözel kültür görsel kültürün önündedir, bunun bir etkisi var mıdır?
4-Türk sinemasında da durum aynıdır, karnına bıçak saplanan kişi, şimdi ölüyorum der, oysa öldüğü zaten açıkça bellidir, seyirci daha iyi anlasın diye ayrıca ölüyorum demenin ne alemi vardır? Türk TV reklamcılığı biraz da buna benzemiyor mu?
5-Siz reklamcılar derneği olarak örgütlenmişsiniz. Karşınızda Reklam Çalışanları DERNEĞİ veya SENDİKASI olmasını DEMOKRATİK DENGE açısından kabul eder ve ister misiniz?

Altına imzamı "Faruk Çağla art direktör" olarak attım, maili yolladım.

Gözümü ve kulağımı dört açarak dinliyorum, milletin soruları okunuyor, sıra bana gelmiyor. Çıldıracağım...

Derken, sunucu İstanbuldan Faruk beyin soruları da şöyle, diyerek ilk 3 sorumu okudu...

4 ve 5 no lu sorularımı sansürlediği gibi soyadımı ve mesleğimi de söylemedi...
Habercilik ahlakına bakınız... Faruk bey diyor, hangi Faruk bey? (Oysa Hulki Cevizoğlu'na bir başka programda sorduğum sorularda İstanbuldan Grafik Tasarımcısı Faruk Çağla'nın sorusu şöyle diyordu. Haberci ahlakı budur.)

Sayın hanımefendinin cevapları yüzde doksan şöyle idi;
"Ay bu izleyicimiz çok dikkatli.Kreatif direktörlerin genellikle metin yazarlarından çıktığı konusuna hiç dikkat etmedim, öyle midir bilmiyorum. Elbette metin yazarlığından gelen kreatif direktörler de vardır ama, mesela ben kendi ajansımın kreatif direktörüyüm ve ben müşteri temsilciliğinden gelip kreatif direktör oldum. Bu yüzden Kreatif direktörler metin yazarlarından çıkar gibi bir genelleme yapmak sanırım yanlış olur.

TV reklamlarımızın radyo reklamları gibi olmasına gelince, herhalde müşteri böyle istiyordur, yoksa bir reklam ajansı durup dururken radyo reklamı gibi TV reklamı niçin yapsın ki? Reklamverenlerin eğitim ve kültür durumuyla alakalı bir şey bu, bir de tabii müşteri hedef kitlesiyle alakalı."

O programın bant kayıtlarını bulabilsem de size gösterebilsem, yüzde doksan böyle söyledi koskoca reklamcıların koskoca başkanı.

Cevaplarını iyice okursanız göreceksiniz ki; ben çalıştığım ajansta müşteri temsilcisiydim, elimde değerli müşteriler vardı, kendim ajans kurdum, başına geçtim, pazarlamacıyken yaratıcı yönetmen (kreatif direktör) oldum, dediği ortaya çıkacaktır.

Demek ki müşteri ilişkilerinde de YARATICI olursan YARATICI YÖNETMEN olabiliyorsun. Ama bir şartla; AJANSIN SAHİBİ OLURSAN.

Buradan hareketle diyebiliriz ki; AJANS SAHİPLERİ isterlerse Kreatif direktör, isterlerse Art direktör olabiliyorlar.

Şimdi diğer konuya gelirsek; Türkiye'deki TV reklamlarının radyo reklamı gibi sözel ağırlıklı olup görsel ağırlıklı olmamasının kabahati asla ve asla reklamcının değilmiş, bütün suç müşterininmiş.

Bayan demek istiyor ki; ne yapalım, müşteri böyle istiyor! (Yani ajans, para kazanmak uğruna müşterinin emir eri olabilir. Yani; doğru reklamı değil, müşterinin beğeneceği reklamı yapabilir.) Reklamcılıkta bu tavizi verebilen birisi Reklamcıların başkanı, gerisini siz düşünün artık!

Bu zihniyete göre yazdığı başlığı değiştirdi diye peynirci müşterisini kovan reklam ajansı
yanlış yapmıştır, müşterisinin istediğini yapmalıdır. Çünkü müşteri temsilciliğinden gelen yaratıcı yönetmenin yaratıcılığı ve yönetmenliği işte bu cevaplarda gördüğünüz yaratıcılık ve yönetmenlik kadardır.

Uzun ve karışık laf salatası okumak yerine, bir yaşlı grafikerin 2001 yılında geçen anılarını okudunuz.
 

Erkan Nehir

Grafik Tasarımcı & Ressam
Uzman Üye
Kayıt
10 Ocak 2010
Mesaj
2.523
Tepki
53
Faruk Bey en kısa zamanda bu anılarınızı bir kitap olarak bekliyorum... Ve eminim birçok grafik tasarımcı arkadaş bekliyordur. Türkiyede eğitim kitapları haricinde hiçbir mesleki alanda bu tarz bir kitap olacağını zannetmiyorum. Hatta bence şimdiden takdik ettirin yazılarınızı.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@Erkan_Nehir

Erkan bey,

Ben de en kısa zamanda bu anılarımı kitap olarak basacak ve benden basım parası almayacak bir yayın evi bekliyorum.

Benden kitap bekleyen dostlarım, bekledikleri kitabın hayata geçmesi konusunda yardım etmeleri gerekir, ben de onlardan bunu bekliyorum.

Tasdik ettirmeye gelince; zaten yazılarımın yayınlandığı dijital ortamdaki yer ve tarih yeterince tasdik ediyor, ayrıca notere para vermeye veya tasdixe para kaptırmaya gerek yok.

----------------------------------------------------------------

Yine CNN Türk'teki yayına dönersek...

Evet bu bayan benim sorularımı böylece geçiştirdikten sonra, canlı yayına orta yaşlı bir izleyici telefonla bağlandı, aklımda kaldığı kadarıyla şöyle dedi;

"Ben 50 yaşında lise mezunu serbest meslek sahibi bir kimseyim. Özellikle TV reklamlarına aşırı bir ilgim var. Çoğu kez kendi kendime reklam filmi senaryoları yazıyorum ve çevreme anlatıyorum. Çevremdekiler de çok güzel deyip beni yüreklendiriyor. Ben bir reklam ajansında reklam yazarı olarak görev yapabilir miyim veya bu reklam filmi senaryolarımı nasıl değerlendirebilirim, baş vuracağım bir yer var mıdır?"

Şimdi Allahını seven beri gelsin, birisi size böyle derse sizin ne demeniz gerekir? Şu yazdığın film senaryolarını benim filanca mail adresine mail at, işe yarar bulursak size döneriz, demeniz gerekmez mi?

Adamcağız, para pul istemiyorum, madem reklamcıların başısın, madem ki yaratıcı yönetmensin, ben de kendimce yaratıyorum, yaratıcı olup olmadığma kim karar verecek, ben ne yapayım diyor.... Kadın ne dedi biliyor musunuz; otur oturduğun yerde, sen kimsin ki reklam yaratıcısı ve yazarı oluyorsun dedi...

Tabii böyle demedi, aynı şeyi şu ifadelerle söyledi;

"Bir ajansta reklam yazarı olmak öyle kolay değildir. Ajansın kreatif havasını solumak, reklamcılığın içinde olmak gerekir. İyi eğitim almış olmak, yabancı dil bilmek, reklamcılık mesleğini bilmek gerekir. Biz önce junior metin yazarları alırız onlar daha sonra senior reklam yazarı olurlar. Bu iş ajaslarda böyle yürür, her başvuran yazar olamaz, belirli kriterler vardır. Dolayısı ile size amatör uğraşınızda başarılar dileriz"

Şimdi cevap mı bu? Adama resmen senin eğitimin ne, tahsilin ne, kültürün ne? Sen kimsin ki reklam yazarı olacaksın dedi.

O zaman kudurdum ben... Hemen yine mesaj yazmaya başladım.

1-Müşteri temsilcisi olmak için hangi okulu bitirmek gerekiyor?
2-Müşteri temsilciliğinden kreatif direktörlük (yaratıcı yönetmenlik) oluyorsa, bu izleyiciden de niçin junior reklam yazarı olmasın?
3-Bu izleyicinin yazdığı senaryoları görmeden niçin hemen reddediyorsunuz...?

Devamını da yazacaktım ki, program bitti...

Benim sinemacı bir dostum var, Eyüp Halit Türkyazıcı.
(52 yaşındadır... Şu anda felçlidir...Yönetmen Şerif Gören'in asistanlığını yapmıştır. Yönettiği filmler; Ateşle Yaklaşma, Başkalarının Nefesi, Senaryosunu yazdığı filmler;Beyoğlu'nun Arka Sokakları, Katırcılar, Ateşle Yaklaşma)

Bu kişi benim çocukluk arkadaşımdır. Mimar Sinan Üniv. Sinema TV bölümünü bitirmiştir. Kendisi bana hep şunu derdi; iyi bir filmin ilk önce iyi bir hikayesi (öyküsü) olacak, iyi bir senaryo ise iyi bir öykünün çok genişletilmiş halidir. Senaryo yüzlerce sayfa olabilir ama hikaye bir veya iki sayfadır.

Demek ki, iyi bir reklam filmi için önce iyi bir reklam hikayesi olacak.

Mesela; Nissan arazi aracının araziye çok uyumlu olduğunu göstermek için Nissan aracı, arazideki engellere göre bazen timsah, bazen örümcek halini alacak... bunu dedin mi, işte yaratıcılık buradadır. Bunun junior yazarlığı senior yazarlığı olmaz.

Bundan sonraki aşama bu filmin sahne sahne senaryosunu yazmak ve o senaryoya göre story boardlarını çizmektir.

Demek ki neymiş?

Nissan aracı şöyle sağlamdır böyle güzeldir demiyeceksin, laf salatası yazmayacaksın.
Fikir bulacaksın ve bulduğun fikir de prodüksiyona elverişli olacak.

Bundan 20 yıl önce bulunan buna benzer bir fikir, o zamanki dijital teknolojiyle film haline getirilip uygulanamazdı ama bu gün uygulanabiliyorsa iyi fikirdir.

Müşterinin briefine de uygunsa bu fikri bulan yaratıcıdır...

Ama, UFO markalı ısıtıcının yağmurun altında bile çalıştığını göstermek için doğu şivesiyle;
"yoğmırda bile ısıtıy" demenin neresi yaratıcılıktır? Niçin yağmurda bile ısıtıyor demiyorlar da doğu şivesiyle diyorlar? Doğudaki insana satmak için mi? O zaman her bölge insanının lehçesine göre reklam filmi çekmek gerekecek, bir sürü masraf. Bu doğru reklam stratejisi midir? Bir infrared ısıtıcının yağmur altında bile çalıştığı ancak yerel lehçe ile anlatılınca mı anlaşılmaktadır? Böyle reklam yaratıcılığı olur mu?
Biz bölücüyü dağda arıyoruz. Oysa reklamlara baksak bölücüyü kolayca göreceğiz.

İşte, CNN Türk'teki o reklamcı başkanı bayanın dediklerinin hiç birini doğru ve anlamlı bulmuyorum.

Özellikle YARATICILIK, YARATICI YÖNETMENLİK, REKLAM YAZARLIĞI gibi konularda çok tutarsız açıklamalar yaptığı bu günkü gibi hafızamdadır.

Batıdaki reklam ajanslarında bu gibi tutarsızlıklar yaşanmaz.

Batıda reklam senaryosu yazmaya hevesli kişilerin hevesleri böyle kırılmaz.

Hayal gücünü bir marka veya bir ürünün tanıtılmasında kullanabilme yeteneğine sahip herkes değerlendirilir batıda...

Bizde grafik tasarım öğretiyoruz palavrasıyla grafik programları öğretiliyor ya...

Batıda ise Reklam okulları ve reklam kursları var... Orada sadece reklam yazarlığı, reklam hikayesi ve reklam senaryosu yazma teknikleri, yaratıcı düşünceyi geliştirme kursları da var...

Evet, sevgili grafikerler.org üyeleri, bir sürü ne dediği anlaşılmaz palavradan laf salatası okumak yerine yine canlı, yaşanmış ve gerçek hayat hikayeleri okudunuz.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Anılarla ilgisi olmayan boş lafları bir kenara bırakalım ve biz yine anılarımızı anlatmaya devam edelim.

Gerçekten yaşanmış, olmuş şeyleri, gençler örnek alsın, faydalansın diye buraya yazalım.

Yıl 1989... Tepebaşıyla Şişhanenin kesiştiği yerde, Beyoğlu Belediyesinin karşısında tarihi bir apartmanın en üst katında reklam ajansı veya tasarım bürosu vardı. Ben de orada art direktörle grafiker karışımı bir görevdeydim. Bir de yardımcım bir genç kız vardı...

O zamanlar bilgisayar yoktu, ama Letraset dönemi de kapanmıştı. Photosatz denilen compugrafik ışık dizgi sistemiyle metrelerce uzunluktaki kağıtlara fotoğraf tekniği ile siyah beyaz olarak yazılar, metinler ve başlıklar basılırdı. Arkalarına mum sürülür ve ve satırlar, kelimeler halinde kesilerek grafik tasarıma uygun kompozisyonlar halinde, satır satır parafinli milimetrik kartonlara yapıştırılırdı.

Bu yapıştırma ve hizalama işini yapan kişilere de yardımcı grafiker veya pikajör denirdi.

İşte bu hanım arkadaşımız bu işi yapardı.

İki tane patronumuz vardı. Bir tanesi esmer ve matbaacılıktan gelen, öteki sarışın ve pazarlamacılıktan gelen iki tane beyefendi.

Aralarında çok ilginç ve akıllıca bir iş bölümü vardı. Pazarlamacılıktan gelenin çevresi genişti ve iş toplardı, iş getirirdi, iyi bir müşteri temsilcisiydi. Esmer olanın ise grafik ve matbaa tecrübesi fazla olduğu için ajansın kreatif direktörlüğünü yapar, grafik atölyeyi çekip çevirir, matbaalarla görüşür, matbaa koordinatörlüğü yapar, baskıdan, ciltten, matbaadan çok iyi anlardı. Baskı öncesi filmleri asetat denilen şeffaf tabakalara montajını çok iyi becerirdi. Biz o işi yapan matbaa elemanlarına film montajcısı derdik.

Bu patronun yakın bir arkadaşı vardı. Bu kişi; güzel sanatlar fakültesi mezunu değil fakat creatif direktör veya art direktör havalarında bir kişiydi. Patronun sağ koluydu. Giyim ve davranışları havalıydı, burnundan kıl aldırmazdı. Patronlarla senli benli konuşur, onlara siz bana muhtaçsınız havası verirdi.

Bu kendini beğenmişliğinin yanında öteki özelliği dergi mizanpajı yapmasıydı.

Üçüncü hamur milimetrik kağıtlara dergi sayfalarını kabataslak kompozisyonlar halinde çizerdi. Sayfayı sütunlara ayırır, tükenmez kalemle veya ispirtolu kalemle başlığı yazar, fotoğraf yerlerini kutular çizerek belirler, metinlerin puntolarını belirtir, fotoğraf altı yazıların italik olacağını işaretler ve bu taslakları yardımcımız hanım kızımıza verirdi. Bayan arkadaşımız da metinleri dizgiye gönderir, gelen metrelerce dizgileri keser, milimetrik kartonlara yapıştırır, fotoğraf kutularının çerçevelerini rapidoyla çizer, sayfa kroslarını da çizer, grafik çalışmayı filmci ve renk ayrımına gönderirdi.

Benim görevim ise; orada tek kişilik reklam ajansı gibi davranmaktı. Bu; çok ilginç bir görevdi. Bu grafik atölyesi aslında dergi tasarımı hazırlayan bir grafik büroydu... Her dergide en az 15 tane tam sayfa (bazen 2 sayfa karşılıklı) dergi reklamı oluyordu ve bu dergi reklamlarının çoğu reklam ajansları tarafından dergiye hazır verilmiyordu. Mecburen bizim atölyede tasarlanması gerekiyordu...

İşte bunları tasarlamak benim işimdi.

Metni olmayana metin, başlığı olmayana başlık yazıyordum. Metin yazarlığı, kreatif direktörlük ve grafik tasarımcılık, art direktörlük artık adına ne derseniz deyin, hepsini ben yapıyordum ve bu yüzden tek kişilik ajans görevi görüyordum diyebiliyorum.

art direktörlük yapıyordum, çünkü renkli keçeli kalemlerle illüstrasyon ve desen çiziyor, renkli bir ilanı elimle, keçeli kalemlerle, fırçayla ve ekolin boyayla yapıyor, müşteriye çok profesyonel bir taslak halinde sanki basılmış gibi sunabilecek hale getiriyordum.

Karikatürcü ve illüstratör olmam nedeniyle renkli taslağı süratle yapıyor olmamda bir avantajım daha vardı, karikatürcü olmam nedeniyle de ana çelişkiyi hemen görüp gösterebiliyor ve konsepti, ana fikri hemen oluşturabiliyordum.

Mesela gübre ve toprak firması için bir ilan yapacağımız zaman metni okuyordum, metinde çiçeğiniz 3 günde açar ifadesi varsa hemen ilanı 3 parçaya bölüyor, birinci gün fidan, ikinci gün yarım açmış çiçek, üçüncü gün tam açmış çiçek illüstrasyonu yapıyordum ve müşteriler bu espri ve buluş gücüne bayılıyordu...

Sadece müşteriler bayılmıyor, her iki patron da iyi ki aldık bu Faruk adlı grafikeri buraya diyordu.

Patronun sağ kolu olan havalı züppe ise bana gıcık oluyordu.
Onu oraya getiren esmer patron ise onun beni kıskandığını görüyor, bu kez patron ona gıcık oluyordu…

Havalı direktör, beni ezmeye çalışıyor, bu durum oradaki herkesin dikkatini çekiyordu.

Yardımcı grafiker bayanın, sekreter bayanın ve müşteri temsilcisinin de dikkatini çekiyordu.

Bir müşteri temsilcimiz vardı, benden 3-4 yaş genç bir kardeşimizdi. Bağırarak konuşurdu, kendisi oluklu mukavva ve kutu bıçağı ustasıydı. grafik eğitimi almamıştı, grafiker diploması yoktu. Eli kalem veya fırça tutamaz, resim çizemez, dergi mizanpajı yapamaz, amblem logo yapamaz, ambalaj tasarımı hiç yapamazdı. Ama 15 cm yükseklik, 20 cm genişlik ve 12 cm derinlikte kutu kes dediğimde kutuyu çizer, kilit yerlerini, kulaklarını ve kapağını mükemmel bir biçimde hazırlardı. Bana verir ve ben de üzerine tasarımımı yapar ona verirdim. O da müşteriye kabul ettirirdi.

Bu iş yerinde o günün parasına göre 500 lira alıyordum. Eski bir arabam vardı. Babama ait ahşap bir evin 40 m2 bir katında oturuyordum ve evlenmek üzereydim.

Bu iş yerinde çalışırken evlendim, nikah davetiyemi bu iş yeri bastı ve benden para almadı…
Eşim öğrenciydi, kira vermiyorduk, eski bir arabam vardı. Geçinip gidiyorduk…

İş yerindekilerle de geçinip gidiyorduk. Özellikle sarışın olan ve pazarlamacı olan patron beni çok seviyor, beni esmer patrona ve onun adamı olan havalı direktöre ezdirmiyordu.

Sarışın olan patron görmüştü ki, dergi reklamı gibi zor bir konuyu hem konsept bulup, hem metin yazıp hem illüstrasyon çizip hem de grafik tasarımını yapabilen çok az grafiker var ve bütün bunlar çok çabuk bir zamanda oluyor.

Şimdi tam hatırlayamıyorum, esmer patronun havalı direktörü sanırım işten ayrıldı, işi bıraktı. Onun işlerini de ben yapmak zorunda kaldım diye hatırlıyorum.

Ben o iş yerinden ayrıldım, Ortaköy’de o zamanların isim yapmış ajanslarından birine girdim, aynı paraya…

O ajanstaki anılarımı da daha sonra anlatırım.

Ayrıldığım Şişhanedeki ajansın ortağı olan sarışın patron beni daha sonra tek başına açtığı bir işyerine 5 misli maaşla yeniden aldı. Bu da çok ilginç bir hikayedir…

Şişhanedeki ajansta yardımcı grafiker olarak çalışan bayan yine uzun yıllar aynı mesleğine devam etti.

Fakat ilginçtir; tasarım bilmeyen, eli kalem ve fırça tutamayan, sadece kutu bıçağı çizebilen müşteri temsilcisi ne oldu biliyor musunuz? grafiker olmuş!

Neyin sayesinde? bilgisayar denilen sihirli alet sayesinde…

Ama yine de gerçekten kendini yetiştirebilmiş ve grafiker olmuşsa tebrik ederim fakat; duydum ki sağda solda abuk sabuk yazılar yazıyormuş, kendisini grafik bölümü bitirmiş mektepli grafiker diye tanıtıyormuş. Gençlere de kendisini duayen diye yutturuyormuş ama yaptığı tasarımları gören olmamış…

Bir de çok ayıp bir şey yapıyormuş; şimdilerde bana dil uzatıyormuş…

Eee uzatır… Kimsenin haddini bilmediği, at iziyle it izinin karıştığı bu piyasada normaldir.

Siz siz olun, at iziyle it izini ayırmaya bakın…
Gelecek anımda buluşmak üzere…


--------------------------
Son anda eklemek istediğim bir şey var ki, önceki konuyla bağlantılıdır;

Nasıl ki ajans sahibi bayan kendisini kreatif direktör olarak ilan ediyorsa...

Eskiden gazete ve dergilerde SAYFA SEKRETERİ denilen ve sadece SAYFA MİZANPAJI yapmayı bilip grafikerliğin diğer alanlarını bilmeyenler, patrona yakın oldukları için KREATİF DİREKTÖR konumuna gelebiliyorlarsa...

Hiç bir tasarımını ve portfoliosunu görmediğimiz kişiler de kendilerine grafik tasarımcı diyebiliyorlar.

Denetimsiz kuralsız bu piyasada her şey olur... Buna dikkatinizi çekerim.

------------------------------
 

Ahmet ALTUN

Font Tasarımı
Altın Üye
Uzman Üye
Kayıt
29 Mayıs 2009
Mesaj
1.398
Tepki
36
Bu konunun başlığı ''Bir Yaşlı Grafikerden ANILAR' dır.Konu sahibi, mesleği ile ilgili anılarını anlatmaktadır. Konu içindeki alakasız, tartışma ve gerginlik yaratan mesajlar silinmiştir.

www.grafikeler.org forumu; forum kuralları, ahlak,etik, yasalar, kişisel haklar ve daha olması gereken her bağlam çiğnemedikçe tartışmaya açıktır.

Lütfen foruma mesaj yazarken, konu açarken yukarıda belirtilen şartlara dikkat ediniz.

Forumu kişisel çatışma ortamına dönüştürüp forumu yıpratmayınız. Herhangi bir konuda tartışma konusu açacaksanız bunu ayrı bir konu başlığında yine kurallar içinde yapınız.

Sevgi ve saygılarımızla.
 
Yukarı Alt