Sayın Esrarlı Mim kardeşim,
Yine mektubunuzdaki bir çok ifadeye katılıyorum fakat yorum, sonuç ve analizlerinizin bazılarına katılmıyorum.
Sizin de geçmişte GMB yönetimindeki mektuplarınızda çok sık kullandığınız bir cümle vardı;
“Söylediğiniz her cümleye verilecek karşılıklarım vardır ama meseleyi uzatmamak için karşılık vermiyorum” derdiniz.
Ben bu tavırdan yana değilim, söylediğiniz her olumlu söze itiraz edecek kadar mantıksız biri değilim. Ama mantığıma uymayan bazı ifadelerinize üşenmeden cevap vereceğim. Mantığıma uyanlarını desteklediğimi ifade edeceğim.
Diyorsunuz ki;
toplumsal olarak ciddi bir yozlaşma ve kültür deformasyonu içinde olduğumuzu ifade etmeyi amaçladım.
Evet, ben de aynı kanaatteyim. Toplumda genel bir cahillik ve kültürsüzlük hakimdir. Bu cehalet ortamı içinde; kültürlüler bir avuç azınlık kalmakta; kültürsüzlük ve cehalet adeta kutsanmakta, kültür ve bilgi cezalandırılmaktadır.
Bunun için şöyle bir manzume yazmıştım;
Bilenler nedense olamıyor mutlu,
Cahiller hem cesur hem umutlu.
Boş başaklar dik, dolu başaklar eğik…
Sanat, kültür dedik,
Ne hallere geldik.
Büyük başın derdi de büyük oluyor,
Bilgi; Türkiye’de adama yük oluyor!
Faruk Çağla 2006
Diyeceğim o ki; hiç bilenle bilmeyen bir olur mu ifadesini unutmuş toplumlarda CEHALET yönetim kademelerinden tüm topluma yayılıyor, mikrop gibi bulaşıyor…
Veya tam tersi olarak işliyor, önce geniş yığınlar YILLARCA SİSTEMATİK OLARAK cahilleştiriliyor ve geniş halk yığınları cahilleştirildikten sonra içlerinden uygun olan birkaç cahil DARBEYLE ve ZORLA bir yerlere getiriliyor. Daha sonraki aşama ise, yıllar geçiyor, cahiller içlerinden en cahilini demokratik seçimler yoluyla gerçekten adaletli bir biçimde seçerek başa getiriliyor.
Cahillerden biri çıkıp da ya biz bu cahili niye seçtik diyemiyor.
Çünkü; CEHALET; İNSANIN GÖZÜNÜ KÖR etmekte, MANTIĞINI İŞLEMEZ hale getirmekte ve ADALET DUYGUSUNU ZALİMLE işbirliği eder hale getirmektedir.
En’am suresi; 50 no.lu ayet der ki;
sor onlara; “körle gören bir olur mu? Hala düşünmüyor musunuz?”
Aynen; hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? gibi.
İşte kör ile görmeyen bir edilmiştir, bilenle bilmeyen bir edilmiştir. Ayakların baş, başların ayak edilmesi hadisesi budur.
Bu bağlamda; grafik tasarım mesleğinde bilgisayar operatörleri ise grafik tasarımcı ile bir edilmiştir.
İşte bunu görmeyen göz, KÖR, duymayan kulak SAĞIR, adalet duygusu ise ZULÜM ile bir edilmiştir.
Adı grafiker sitesi olan bütün sitelerin üyelerinin yüzde 9O’ı bilgisayar operatörüdür. Ama bunlar kendilerine grafiker der. Öyle büyük bir yanılgı yayılmıştır ki; tasarım bilmeyene grafiker, tasarım bilene tasarımcı grafiker denir diye saçma sapan bir anlayış yerleşmiştir.
A’raf suresi (7/39 sure No.198-199) “Onları hidayete çağırsanız duymazlar, Onların sana baktıklarını sanırsın. Oysa ki onlar GÖRMEZLER. Affetmeyi esas al. İyiyi ve güzeli emret, cahillerden yüz çevir.” Demektedir.
Şimdi ben Faruk Çağla olarak grafikerlerin bunları anladığını sanıyordum…Onlara iyi ve güzeli anlatmaya çalıştım… Ama cehaletten yüz çevirmenin zamanı geldiğine inanıyorum.
Bazen tebliğ etme, teklif etme, açıklama veya ikna etme yollarının çok demokratik ve mantıklı olduğuna inanırız ve yılmadan, usanmadan, bıkmadan doğru bildiklerimizi ısrarla anlatırız. Ama ıslah ve iflah olmak istemeyenler bizleri takmaz, “ne diyo lan bu ” der, “kendini ne sanıyon lan” der.
Sizi elinde silahla soymaya gelen, elinde bıçakla gırtlağınızı kesmeye gelen birini tatlı dille ve mantığınızla ikna etmeyi hiç düşünür müsünüz?
Haklı olmanız yetmiyor, gücünüz varsa mücadele edeceksiniz, gücünüz yoksa yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır deyip, sıvışmanın yolunu arayacaksınız.
Bunlar yoksa ya ruhunuzu, ya cüzdanınızı ya da ikisini birden teslim edeceksiniz.
Cehaletinin farkında olmayanlar mantıktan, bilimden, ilimden irfandan, medeniyetten, kültürden ne anlar? Kendini doğru yola davet edenleri bile katletmez mi? Hz. İsa’yı çarmıha germediler mi? Hallac-ı Mansur’u, Pir Sultan Abdal’ı, Galile’yi ne yaptılar?
Pir Sultan Abdal’ı taşlayanlar içindeki dostu ona bir gül atmış. İlle de dostun attığı gül yareler beni… dememiş miydi? İşte dost bildikleri tarafından vurulmak çok ama çok kötü…
Bana zarar verenlere karşı tarafsız olmak adına zulme ortak olmalar karşısında bir sıradan beşer olarak sabrım kalmadı. Ben bana dostluk sözleri verdikten sonra, benim düşmanlarımdan korkanlara birlik olamam.
Ben korkuya veya güce tapanlara değil, hakka ve adalete tapanlarla birlik olmayı tercih ederim.
Bakınız HUD suresi(11-52/ 29) ne diyor;
“hem ben sizden buna karşı bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allahtandır (…) Ama sizin cehalete batmış bir toplum olduğunuzu görüyorum”
Evet, sayın Esrar dostum, cehalete batmış toplumlar kendileri için bedelsiz hizmet edenleri de ürkütürler, kaçırırlar veya takdir etmezler.Ben Grafikerlerin birlik olması için gece gündüz yazılar yazdım. Olmayacak kişilerin, olmayacak sorularını ciddiye alarak cevaplar yazdım.
Sonunda nur topu gibi kişisel sürtüşmeler doğdu diyenler, çalının etrafını dolaş diyenler oldu. Ama o çalının dikenleri onlara da battı.
Yani zulme karşı birlik olmayanları o zulüm eninde sonunda mazlum eder. Zalimin zulmünden Hakka sığınmaktan başka, zalimle hak yolu için mücadele etmekten başka yol yoktur.
Tarafsız kalamazsınız. Atatürk ne demiş? Bi taraf olan bertaraf olur. (Tarafsız olan yok olur)…
Esrar bey, ilim irfan, bilim ve sanat elbet marifettir. Marifet ise iltifata tabidir, iltifat görmeyen marifet zayiidir gibi bir sözümüz vardır.
İltifat görmeyen marifet elbet iltifat göreceği yere göçer. Peygamberlerin hicreti de böyledir. Bilim adamların beyin göçü yaparak ülke değiştirmeleri de böyledir. Grafiker ve art direktörlerin daha iyi koşullardaki iş yerlerine geçişleri de bir manada böyledir.
Cenap Şahabettin’in bir sözü vardır; hak etmeyene hak ettiğinden fazla değer verirsen, kendi değerinden kaybedersin.
Herkesin bildiği bir atasözü vardır; Müslüman pazarında salyangoz satılmaz.
Bir Arap atasözü de aynı şeyi söyler; şalgam pazarında mücevher satılmaz.
Grafikerler ne olduğunu bilip, ona göre davranmazlarsa ezilirler, sömürülürler.
Sen seni bil sen seni, yoksa tokatlarlar enseni.
Sen ilim dersin hoca,
Var git gerekse bin hacca..
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır?
Grafiker, grafikerin ne olduğunu bilmezse, yanlış grafikerlik gelir oturur. Bir daha da kalkmaz. Tıpkı sahte peygamberlik gibi.
Diyorsunuz ki; . internetin ve dijital medyanın hayatımıza girmesiyle, bireysel kalitemiz aşağıya düştü maalesef. sorunlar ve problemler karşısında mücadele edebilecek, bu mücadeleyi göze alabilecek ve dahası böyle bir mücadele için gerekli bilgi ve birikimi bünyesinde barındırabilecek kişiler yetişmedi son 15 yılda ve korkarım ki artık yetişemeyecek.
Esrar bey; yarısına katılıyorum, yarısına katılmıyorum. İnternetin hayatımıza girmesiyle birey kalitemiz düşmedi. İnternet özgürlüktür, her türlü kısıtlamaya, bilginin gizlenmesine karşı çözümdür. Bilgiye ve öğrenmeye erişmekte hız ve çeşitlilik gelmiştir. İnternet peyda olduktan sonra okula gitmeye bile gerek kalmamıştır bana göre. Açık öğretim dersleri bile televizyondan yapılacağına internetten yapılmalıdır.
Ama buyurduğunuz gibi, insan kalitemizin düştüğü, internet nedeniyle değil, internetten çoook önce planlanan sinsi ve hain uyutma projelerinin bir ürünüdür. Kısaca dokunup geçeyim; 1960, 1971 ve 1980 askeri darbe veya muhtıraları hep bu konularla ilintilidir.
Buyurduğunuz “mücadeleyi göze alabilecek ve dahası böyle bir mücadele için gerekli bilgi ve birikimi” olan kişilerin yetişmesiinternet ile ENGELLENMEMİŞTİR. İnternetin Türkiye’ye girişinden çok önce tezgahlanmış mankurt etme yöntemleriyle bu iş başarılmıştır. (mankurt etme bahsi Cengiz Aytmatov’un çok üzerinde durduğu bir nevi beyin boşaltma ve yerine yeni beyin yerleştirme metodur ki, batı kültürü bunma Brain Washing-Beyin Yıkama der).
Siz hadiseyi ve sonucu görmüşsünüz, tespitiniz yerindedir ama sebebi konusunda yanılmaktasınız bana göre.
Zaten bu sebepledir ki; kültürsüz müşteri, kültürsüz reklamcı veya matbaacı, kültürsüz grafiker üçlüsü doğmakta ve ortaya grafik tasarım olmayan ACAYİP şeyler çıkmaktadır.
İşte bu cehalete karşı çıkmayanlar 2 aylık kurlarda grafiker yetiştirildiğine inananlardır, ve bu cahiller ittifakından RANT sağlayanlardır.
Bu cehalete karşı çıkanları ise RANT peşinde olmakla suçlarlar ki kendi RANTlarını koruyabilsinler.
Şimdi konunun akışı beni sizinle RANT konusunda buluşturdu.
Diyorsunuz ki;
“. fakat eğer bir araya gelmek bir ranta gebe ise, emin olunuz orada insanları bir arada görebilirsiniz. bakınız siyaset ve siyasetçilere, rant temeli ile hareket ediyorlar ve gerçekten ciddi yoğun bir hayata talip oluyorlar. devlet, memleket için mi?”
Yüzde doksan beş katılıyorum Esrar bey… Yüzde yüz değil, bakınız neden?
Önce RANT nedir? Rant; adı belli olmayan, isimlendirilmemiş gelir demektir. Yani vergisi ödenmemiş veya sınıflandırılmayan gelir anlamına da kullanılmaktadır. Bir çeşit kira bedeli gibi ama masraflar çıktıktan sonra elde edilen kâr gibi değil. Sanki emek çekmeden kolayca elde edilen gelir gibi bir şey…
Şimdi insanların ÇIKAR ve MENFAAT için bir araya gelmeleri suç mudur? Yani işçilerin çıkarlarını, menfaatlerini korumak için birleşmeleri, işverenlerin ticaret adamlarının ticaret odaları kurmaları, meslek odaları kurmaları KÖTÜ bir şey midir?
Burada rant var mıdır? RANT daha çok suç olmayan fakat adaletli de olmayan HAKSIZ KAZANÇ anlamında kullanılmaktadır.
Hani 30 tane dairesi olup da, hiç çalışmadan kira paraları ile geçinip, gelirinin bir kısmını da faize verenlere rantiye derler ya, işte Esrar bey, siz; insanlar HAKSIZ KAZANÇ PEŞİNDE KOŞARAK BİR ARAYA GELİYORLAR demek istiyorsunuz. Kolay yoldan gelir varsa hemen birleşiyorlar, ama HAYIRLI BİR İŞ İÇİN BİR ARAYA GELMEK istemiyorlar, bu kadar YOZLAŞTILAR diyorsunuz değil mi?
Evet doğru, ama bunu İNTERNET yaptı derseniz, bu YANLIŞ işte.
Bunu yukarıda arz ettiğim gibi; toplumun koyunlaşmasından, aptallaşmasından, bana neci olmasından fayda görenler beyin yıkayıcılar, mankurt ediciler yaptı. Hani dış ve içteki şer güçler dediğimiz var ya, onlar yaptı.
Atatürk’ün gençliğe hitabesindeki dahili ve harici bedhahlar dediği kimseler yaptı. İnternet iyidir, esrar bey. Bazılarını sanal alemde klavye delikanlısı da yapsa internet iyidir.
Toplumun bana ne’ci olduğuna veya yozlaştığına katılıyorum. Mesela yolda bir adam diğerini herkesin gözü önünde bıçaklasa ve kaçıp gitse… Polis gelip oradaki kalabalığa sorsa “katili gördünüz mü?”… Kalabalık hep bir ağızdan “valla görmedik şimdi geldik” diyorsa, bu durum o toplumdaki ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ GÖSTERİR.
Almanyada otomobilinden yola izmarit atan adamı arkadan gelen sürücü hemen polise ihbar eder, bizde adam sokağı mendil gibi kullanır, neredeyse tuvalet gibi kullanacaktır kimse b işi demez.
Yoksa tarafsız olmak bu demek değildir. Bu korkaklıktır, menfaat gelmeyecek şeylere Allah rızası için yardım etmeme bencilliğidir, zulme ortak olmaktır.
Yarın katili görmek istemeyen, sokağa tükürenleri görmek istemeyen bu kişileri de birisi öldürse katili cezasız kalacak demektir.
Bu kişiler artık devleti de memleketi de, milleti de, ahlakı da, görgüyü de, günahı da, sevabı da, insanlığı da düşünmez hale gelmiş veya getirilmişlerdir.
İşte bunu internet yapmamıştır. İnsanlar üzerinde uygulanan yıldırma, sindirme, korkutma, bilgisizleştirme, CAHİLLEŞTİRME, özünden ve değerlerinden kopartma faaliyetleri sonucunda sürüdeki bir mandanın aslan tarafından öldürülmesine kayıtsız kalan diğer mandalar gibi olaya öylece bakmakta dayanışma ve birlik duygularını hiç düşünmemektedir.
Tren geçmekte, öküz öylece bakmaktadır.Su akar, bizimki bakar.
Hadi bazı uyanıklar tıpkı çakallar veya sırtlanlar gibi haksız kazanç veya rant peşinde koştukları için birleşebilmektedir. Ama bazıları en doğal yaşama hakları için bile MENFAAT ve ÇIKARLARININ nerede OLDUĞUNU bilemeyecek hale getirilmiş, adeta sığırlaştırılmış, koyunlaştırılmış ve sürü haline getirilmişlerdir.
Bunların gören gözleri KÖR edilmiştir. Duyan kulakları SAĞIR edilmiştir. Onlara laf işlemez.
İşte Bakara suresi(2/92-18); “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar artık dönmezler”
Bakara suresi, (2/92-171; “O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şey işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemez onlar”
İşte bu akıllarını işletemeyenler kendilerinin haklarını savunanları bile kolayca feda ederler, satarlar veya arkadan vururlar.
En’am suresi (6/55-104) “ Gerçek şu ki Rabbinizden size gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendi yararına, kim körlük ederse kendi zararına… Ben sizin üzerinize bekçi değilim.”
Sayın Esrar bey; dinde zorlama yoktur… Adam olmamakta ısrar edenlere ne haliniz varsa görün denmiştir. Ama sorumlusu sizsiniz demiştir.
Bu nedenle bizlerin görevi bir aydın olarak, tecrübeli kişi olarak; doğru bildiklerimizi açıklamak, yanlışları düzeltmeye çalışmaktır. Ama bu çabalarımıza destek verileceğine köstek olunursa ve tarafsızlık adına bize zarar verilecek tutumlar içine girilirse ne haliniz varsa görün deme hakkımız doğacaktır.
Çünkü dediğiniz gibi insanlar, bana dokunmayan yılan bin yaşasın veya onu sokan yılan, beni sokmazsa yalan mantığı ile katillere, zalimlere, saldırganlara, haksızlara kayıtsız kalırsa onların bizim ışığımıza ihtiyaçları yok demektir. Onların gönül gözleri bile kördür.
Esrar bey, diyorsunuz ki;
“herkesin karşılaştığı probleme kişisel fayda-zarar noktasından baktığını ifade etmeye çalışıyorum”
Evet; onlar her olaya benim ne çıkarım var? Çıkarım yoksa bulaşmayayım mantığı ile yaklaşmaktadır. Ben buna aynen katılıyorum, ama tekrar ediyorum, bunu internet yapmadı, internetten çok önce uygulamaya konulan aptallaştırma politikaları yaptı.
Sonuç konusunda hem fikirim. Sebep konusunda aynı görüşü paylaşmıyorum. Kaldı ki bu ; interneti zararlı göstermeye yönelik bir tespittir ve DOĞRU DEĞİLDİR.
İnternet bir vasıtadır. Tıpkı otomobil gibi. Siz bir otomobile binip bir yerden bir yere de gidersiniz, gıcık olduğunuz bir kişiyi kasıtlı olarak da ezebilirsiniz. Siz ezdiniz diye otomobil bir suç aleti olamaz. Dünyadaki milyonlarca kişi otomobili düşmanlarını sıkıştırıp ezmek için değil, bir yerden bir yere gitmek için kullanılır.
Esrar bey; yine yarısına katılıp diğer yarısına katılmadığım bir ifadeniz var;
“bu sebeple onların zulme itiraz edişindeki muhtemel kutsal/onurlu tavır ile bizim mesleki sorunlarımıza itiraz edişimizdeki muhtemel yaygara ve kişisel tavırlar birbiri ile mukayese edilemez.”
Ben grafikerlerin meslek sorunlarını ifade ederken YAYGARA filan koparmıyorum. Yaygara koparıp onu bunu tehdit edip, dişini geçirebildiğini KORKUTANLAR var, bunları bilirsiniz, ben onlardan değilim. Bu tiplerden korkup tarafsız kalmak adı altında onlara hizmet edenler de var.
Ama elbette peygamberlerin verdiği kutsal mücadele ile meslek hakları için bizim verdiğimiz beşeri veya ekonomik mücadele aynı uhrevi ve aynı kutsallık değerinde değildir.
Kimse de peygamberlik iddiasında değildir. Aramızda böyle bir manyak da yoktur. Ama insanlığa hizmet edecek ilim adamları doğrudan cennete gider sözünü de ben söylemedim. Halka hizmet eden hakka hizmet eder sözünü de ben uydurmadım.
(Bu arada fazla uzatmadan ve yanlış anlaşılmadan hemen belirteyim ki; Bu site siyaset meydanı ve inanç meydanı değil, grafik meydanıdır. Sizin ahlaksal çürümeyi konu alan yazılarınız üzerine belki biraz da Ramazan ayının etkisiyle dinden referans verme zorunluluğum doğmuştur, okuyuculardan ve yöneticilerden özür dilerim. Ama konu; eninde sonunda grafikerlerin birleşmesi ve zulme karşı durması noktasında yoğunlaşacağı için grafikerlerin de hak yolunda haklılıklarını savunma hakları vardır diyorum. )
Yani kısaca, insana ve insanlığın hayırına iş yapan herkesin yaptığı hayır oranında bir mübarek işe katkısı olduğunu da inkar edemezsiniz. Hayır için toplumsal ve ekonomik çarpıklıkları düzeltmek için hizmet verenlere de bu adam ya rant için bunu yapıyor veya bu manyağın peygamberlik iddiası var diyemezsiniz.
Zaten siz de rant peşinde koşmadan sadece hayır için Allah rızası için çalışma yapan kalmadı diyorsunuz.
Siz bu sitede rant için mi yazıyorsunuz? Ben ne için günlerimi, saatlerimi veriyorum bu siteye? Yoksa peygamberlik iddiası için mi? Her meslek odası başkanı rant peşlinde mi koşar, yoksa peygamberlik iddiasında mı bulunur?
Biz bu sitede niye yazıyoruz? Grafikerler Meslek Birliğinin kurulmasını engelleyenlerin ekmeğine yağ sürülsün diye mi?
Grafikerler Meslek Birliğini baltalayanlar grafikerler için hayırlı bir iş mi yapmışlardır?
Birkaç deniz yıldızını kumdan kurtarıp denize kavuşturalım diye yazıyoruz.
Deniz yıldızı kumun üzerinde kalıp, güneş tarafından kurutulup ölmeyi tercih ediyorsa yapacak bir şeyimiz yok.
Ama grafikerlerin mesleki haklarının bilincine varmaları için mücadele etmeyi de küçümsemeyi kabul edemem.
Diyorsunuz ki;
“onların (peygamber veya bilim adamlarının veya siyasetçilerin) zulme itiraz edişindeki muhtemel kutsal/onurlu tavır ile bizim mesleki sorunlarımıza itiraz edişimizdeki muhtemel yaygara ve kişisel tavırlar birbiri ile mukayese edilemez. Onlar toplumun her kesimi, her bireyi için bir mücadele verirken, bizler olsa olsa kendi mesleki problemlerimizin telafisi için çaba sarf edeceğiz.”
Esrar bey; siz meslek hakları için mücadele eden meslek liderlerini bu ifadenizle küçümsüyorsunuz. Her meslek hakkı savunucusu o mesleğin daha ilerlemesi için katkıda bulununca, başka bir meslek lideri de kendi mesleğinin haklarını ilerletir… Domino taşı gibi birbirini itekler.Sonuçta çeşitli parçalar ve öbekler halinde ilerlemiş ve koşulları iyileştirilmiş meslek grupları giderek top yekun olarak toplumun genelindeki bir iyileştirme haline gelecek, bu da uygarlığın gelişmesi demektir.
Ama siz boyacılar mesleği iyileştirilirse bundan duvarcılar zarar görür. Dolayısıyla boyacı mesleğindeki ilerleme bir bilim adamının bir hastalığa çare bulması gibi tüm toplumu etkilemez, sadece boyacıların yararına olur derseniz, buna gülerim ancak…
Niye gülerim? Çünkü tabiat olaylarındaki gelişimin başka şeyleri zincirleme etkilediğini bilmiyorsunuz demektir. Eğer boyacılık sektöründeki gelişme daha az kimyasal içerikli boyanın kullanılması yönünde ise, bu da tek tek insanların sağlığını olumlu yönde etkileyecektir ve bilim adamların hastalık için ayıracağı zamanı azaltacak demektir.
Ama siz boyacılar rant peşinde koşuyor derseniz zaten o meslek birliği değil kişisel rant birliğidir. Bu ihtimal ve bu tehlike sahte peygamberde de vardır, kötü politikacıda da vardır, kötü bilim adamında da vardır. Tarikat görüntüsü altında ticaret, devlet memuru görüntüsü altında menfaat şebekeleri her zaman vardır.
Zaten bu amaçla ilk mektubumuzda insanlar niyetleriyle de yargılanırlar demiştik. Bu nedenle her bilgisayar kullananı grafiker, her sakallıyı da hoca sanmamak gerek.
Kısaca “mesleki problemlerimizin telafisi için çaba sarf etmeyi” bir zaaf olarak değil, bir onurlu çaba olarak görüyorum, eğer meslek üyelerinin menfaati yerine kendi kişisel rantımız için çalışmıyorsak.
Esrar bey o kadar derin konulara değinmiş ve doğrularla yanlışları o kadar ustalıkla harman etmişsiniz ki, her bir satırınıza ancak bir sayfa ile cevap verilebilir.
Diyorsunuz ki;
“. sırf kendi mutlulukları ve huzurları için, ve toplumun kanayan yaralarından sadece bir tanesi ve o da kendisini rahatsız ettiği için itiraz edecekler.”
Ne kusur var bunda? Toplumun kanayan yaralarından bir tanesinin kanaması durdurulursa bunda ne fenalık var? Mesela kekeme bir yurttaş, kekemelerle dalga geçildiğine çok sinir olsa ve bu durum da kendisini çok rahatsız etse, tüm kekemeleri bu konuda örgütlemeye kalksa, ve ellerinde kekeleyen pankartlarla ke-ke-me- hak-la-rı-nı- ko-ru-ya-lım sloganlarıyla yürüseler, içlerinden bir tane kekeme çıkıp bu sloganı ben buldum, bunun telif hakkı bana aittir, bu yü-rü-yü-şü dur-dur-un deyip mahkeme açsa siz bu yürüyüşü örgütleyen lidere sırf kendi kişisel rahatsızlığı için bu harekete girişti der misiniz? Yoksa bu oluşumu baltalayanı mı eleştirirsiniz?
Yoksa tarafsız mı kalırsınız? Bu kekeme haklarını koruma girişimi başarılı olsaydı, millet konuşma zorluğu çekenlerin sorunlarıyla daha yakından ilgilenseydi fena mı olurdu, böyle şeyleri niye küçümsüyorsunuz?
Yoksa kekemelerin kendilerinden daha zor düzelecek olan dilsizler için yürümelerini daha ULVİ ve KUTSAL mı buluyorsunuz? Yani kendim için bir şey istiyorsam namerdim, diyecek ve kendisi için değil toplumun diğer sorunları için gösteri yapacak. Kendi sorunu için yaparsa size göre iyi değil… Bu mu mantık?
Kekemelerin sırf kendilerini rahatsız eden şeyleri düzeltmesi yerine kendilerinden vaz geçip kulağına işitme cihazı takan sağırlar için yürüyüşe geçmelerini mi daha ONUR’lu buluyorsunuz? İnsanların veya grupların “sırf kendi mutlulukları ve huzurları için,” eylem yapmalarını değil de başka grupların mutluluğu için eylem yapmalarını daha ulvi ve mübarek mi buluyorsunuz?
Peki bu yaklaşım, herkesten peygamber görevi beklemek değil mi? Peygamberler bile acı çekmeyen topluluklardan gelip acı çekenle yol göstermemişler, bizzat acı çekenler içinden ortaya çıkmışlardır. Sizin mantığınıza göre peygamberler de sırf kendi toplulukları ve cemaatleri için mücadele vermişlerdir… Haşa ! O mücadele tabiatta her olayın diğer olayı etkilemesi prensibine göre önce o kavimde sonra o ülkede, sonra o kıtada ve daha sonra tüm dünyada yayılmıştır.
Almanya’daki bir makine mühendisinin kızının adını vererek ürettiği Mercedes marka otomobil, tüm dünyaya yayılmıştır. Şimdi bu adamın kızının adını verdiği arabaya binmem mi demeliyiz? Arabanın adı TOPLUM olsaydı binerim mi diyeceğiz?
Kendinden vaz geçmek, başkasını düşünmek erdem midir? Ama bu sizin herkes kendi kapısının önünü süpürsün prensibinizle çelişmiyor mu? Hem bunu söylüyorsunuz, hem de sonra herkes komşunun kapısını süpürürse daha iyi olur diyorsunuz.
Görüyorsunuz değil mi, sizi ikna etmek için ne kadar yoruluyorum. Şimdi bu uzun satırları kaç kişi sıkılmadan okuyor acaba?
Diyeceğim o ki, Türkiye’de Grafikerlerin Hakkını Savunma Kurumu olsa, ben grafikerim diyen birisi mesai saatleri dışında 2 saatten fazla çalıştırılmasa, çalışınca da fazla mesai hakkını alsa… Kimse ona bilip bilmeden şunu yap, bunu yap diye emir vermese, onu tasarımcı gibi görse ve saygı duysa…
2 aylık kurs bitiren genç, 5-6 yıllık grafiker abisinin veya ablasının ekmeğine göz dikmese, kimin usta kimin çırak olduğu belli olsa. Bunlar sınavlarla belli olup belgelerle tescil edilse…
Grafikerlerin sanatçı oldukları, yaptıklarının sanat eseri olduğu kabul edilse… Mesleğin onuru, şerefi ve haysiyeti daha yükseklere taşınsa…
Bundan sırf Faruk Çağla mı memnun olur, yoksa tüm grafikerler mi?
Elbette kendini grafiker diye pazarlayıp, cahil patronlara ve cahil müşterilere yutturan yeteneksizler memnun olmaz… Peki bu BOZUK sistemin böyle gitmesinden kim memnun, gerçek grafikerler mi, yoksa grafiker müsveddeleri mi?
Şimdi devam ediyorum, diyorsunuz ki;
“hareketlerimizdeki sebep sonuç ilişkilerinin üzerinde düşünmeyi bıraktığımız günden beri, karanlıklardayız”
Ben ne diyorum? Yaptıklarımızı ne niyetle (ne amaçla, ne sebeple) yaptığımız için de yargılanırız.
Yine ne diyorum, Esrar bey kardeşim sonuç tahliline katılıyorum ama sebep tespitine katılmıyorum diyorum.
Sebep sonuç ilişkisini incelemeden kanaat meydana çıkarsa YANLIŞ OLUR. Senin yanlış sebeplerden doğru sonuç çıkarmana katılmıyorum. Şu satırları okuyan kardeşlerimize yanlış mesaj vermeyelim diyorum.
Bakınız şu sözlerinizle de ümitsizlik yayıyorsunuz;
“. bu düzen içinde iyi niyetlerle de olsa, atılan her adım, muhakkak bir yere takılacaktır,”
Mesela nereye takılıyor, örnek veriyorsunuz;
“siyasi, dini ve etnik kimliklerinden dolayı fikirlerini tartışmaya bir türlü başlayamayan bireyler; kendi fikrini savunurken saldırı niyetiyle konuşan bireyler; başkasının savunmasını kendisine sıkılan kurşun gibi algılayan bireyler... oldukça -ki bu her daim olacak- menfaatsiz toplanmalar hep hüsran ile sonuçlanacaktır.“
O kadar çok şeyi sıralıyorsunuz ki, işte bunlara cevap vermek yine bir sayfa alacak.
A) Siyasi-dinsel-etnik kimlik ayrılıkları; bir kere bunu internet yaratmadı.
Türkiye vatandaşı bir türlü birey ve yurttaş olamadı, hemşerim memleket nere deyip durdu. Denek ki sorun CEHALET… Dinsel kimlik de yine aynı.
Ben Müslümanlaşmak yerine Araplaşıyoruz diyorum, kızıyorlar. Arabın entarisini giyip dolaşsam en iyi Müslüman Faruk bey diyecekler, yine CEHALET. Çünkü kimse üstünlüğün TAKVA’da olduğunu ya bilmiyor, ya unutturulmuş.
Etnik farklılık, al işte böl yönet taktiği. Bir türlü tek vücut haline gelemiyoruz. İstanbul’da İstanbul Türkçesi ile konuşan bir tek kişi kalmamış. Hepsi yöresel lehçe ile konuşuyor. EĞİTİM iflas etmiş.
B)Savunmayı kurşun sıkma gibi ele almak; İşte bu da uygar olmama.. Tartışma kültürünün olmaması, sebep EĞİTİMSİZLİK…
C)Bu her zaman olacak diyorsunuz, demek bu EĞİTİMSİZLİK ve HOŞGÖRÜSÜZLÜK devamlı olacak ve düzelmeyecek. İşte burada da UMUTSUZLUK yayıyorsunuz.
D)Menfaatsiz toplanmalar hep hüsran ile sonuçlanacak; Şimdi bu MENFAATSİZ kelimesi nerden çıktı.?
İnsanlar ya GAYRIMEŞRU bir RANT için MENFAAT gözeterek toplanırlar… Mesela Ressamlar Birliği kurulurken ressam haklarını korumak diye yola çıkarlar ama birkaç ressam yöneticinin resimlerini sattırmaktan başka amaçları yoktur. Veya adam belediyenin fen işleri kurulunun başına geçer, tüm kurulu da menfaat şebekesi elemanlarından oluşturur… tüm kaldırım ihalelerini tanıdıklarına verir aradan komisyon alırlar bölüşürler. Bunun adına yolsuzlukta menfaat birliği denir ve epey menfaat sahibi olurlar.
Menfaatsiz birlik, birlik olmaz. Menfaatsiz dayanışma; dayanışma olmaz. Şimdi kanarya sevenler derneğinin bile en güzel kanarya sesini dinlemek gibi bir MENFAATLERİ vardır.
Grafikerlerin menfaatlerini savunmak için de bir birlik kurulur. Kendi menfaatlerini grafikerlerin menfaati önünde tutanlar, bu birliğe ihanet ederler ve dağılmasına neden olurlar.
Bu birliğin dağılmasını seyredenler, (ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMAYANLAR) bu birlikten bir fayda, bir yarar, bir menfaat beklemeyenlerdir. Ben bu birlik için tek kelime etmem artık diyenlerdir.
Menfaat iki türlü olur; USULÜNE UYGUN MENFAAT (çıkar-yarar), USÜLSÜZ (haksız) MENFAAT (çıkar-yarar)…
Eğer Grafikerlerin Haklarını Koruyan Kurum, grafikerlere bir FAYDA, bir ÇIKAR, bir MENFAAT sağlamıyorsa… Yöneticilerine sağlıyordur. Ama bu kuruluş amaçlarına aykırı bir menfaat demektir. Usulsüz bir menfaattir. Ama menfaatsiz birlik olmaz, menfaatsiz mücadele olmaz.
Menfaatinin nerede olduğunu hayvanlar bile bilir. Çakal çakalla, kurt kurtla gezer. Birlik olmayanda dirlik de olmaz.
Sürüden ayrılan grafikeri kurt kapar. Ama koyun sürüsü grafiker olursa da kurtları koyun sanır. Koyunların bile çobanı vardır…
Menfaatini bilemeyenlere, kiminle ittifak ve dayanışma içine gireceklerini bilemeyene, yönünü ve amacını idrak edemeyenlere, kimiz safında yer alacağına karar veremeyenlere LUMPEN denir.
Bu kelime Fransızcadır ve menfaatinin nerede olduğunu bilemeyen kitlelere söylenir. Türkçeden Avrupa dillerine geçmiş BAŞIBOZUK kelimesi vardır. Başı bozuk olan gövde nereye gideceğini bilemez. Bir de SERSERİ vardır. Serseri mayın gibi derler. Serseri kurşun derler. Nereden geldiği nereye gittiği belli olmayan… Serseri gibi dolaşma buralarda derler Farsça “ser” baş demektir. Serhoş, başı hoş demektir.
Demek ki ne yapacağı belli olmayan, amacını ve menfaatini bilemeyen kişiler EN TEHLİKELİ kişilerdir.
BU kişiler bu gün sizden yana olur, yarın kandırılıp karşı tarafın safına geçebilirler. Bu yüzer gezer kişi ve topluluklar daima belli çevrelerce korunurlar, cahil bırakılırlar ve her an kullanılmak üzere hazır tutulurlar.
Eğer bir toplantı dağılıyorsa, eğer bir birlik bozuluyorsa, inanın çıkarının ve menfaatinin nerede olduğunu bilemeyenler yüzündendir. Grafikerler Meslek Birliğini dağıtmak isteyenler kadar, başkanlarını yalnız bırakan bedavacılar da sorumludur.
Bir milletin parçalanması da, bir ailenin dağılması da bu yüzdendir…
Amaçsız topluluklar sürü gibidir, oradan oraya koşar durur. Eğer bireyler menfaatlerinin nerede olduğunu bilirlerse, başlarındaki lider yok edilse bile yerine hemen yenisini bulabilirler. Ama menfaatini bilemeyen sürüler, çoban olmayınca dağılırlar…
İşte bu nedenle de hiç bilenle bilmeyen bir olur mu denmiştir.. Bu şablon birçok yere cuk oturmaktadır. BİLMEK çok ÖNEMLİDİR, BİLMEK CAHELATİ YENMEK demektir.
Ancak CAHİL OLMAYANLAR menfaatlerini bilirler.
O halde cahil grafikerle cahil olmayan grafiker arasında menfaatlerini bilme yönünde elbet farklar olacaktır.
Bu nedenle GRAFİKER KÜLTÜRLÜ OLMALIDIR diye TEKRAR EDİP DURUYORUZ.
Kültürsüz grafiker, sadece bilgisayar işçisidir ve grafikerin emri altında çalışacak olan bilgisayar operatörüdür.
Diyorsunuz ki;
“ama insan önce kendi kapısının önünü halledecek, kendi evinin önünü süpürecek... bu manada daha bireysel eksiklerimizi ve kusurlarımızı gidermeden, toplumsal bir yarayı temizlemeye çalışırsak, sanırım o yarayı da kangren haline sokarız...“
Yani öyle örnekler veriyorsunuz ki lise öğrencisin kompozisyon ödevi gibi. Yukarıda açıkladım, hem herkes evinin önünü süpürsün hem de komşununkini…
Ben de size biri yapar, biri bozar, küp suyunu çeker azar azar desem ne anlarsınız?
Ya ben kapımın önünü süpürüyorum, öteki süpürüyor, beriki süpürüyor, çöpler yığılıyor kimse gelip almıyor diyorum. Ya da o kadar çok pislik var ki süpürmekle baş edemiyoruz diyorum.
Sen onları boş ver, kapını süpür, millet ne yaparsa yapsın, değiştirmeye önce kendinden başla demek istiyorsunuz .
Sonra da kendin için çalışırsan olmaz asıl başkası için çalış diyorsunuz. Biz de anlamadık kimin için ne yapalım? Mesela grafiker kişi önce kendi maaşını artırıp, sonra patronun gözüne girip kendi durumunu iyileştirmeden grafiker hakları için mücadele etmesin mi yani?
Önce kendi kusurlarını düzelt sonra toplumunkini düzelt demek bizi uçsuz bucaksız bir idealizme götürür, siz bunun farkında değilsiniz.
Eğer sen bir doktorsan, ve yara temizlemekten anlıyorsan, bu konudaki eğitimin, tecrüben yeterliyse gelip o yarayı temizlersin ve kangren de olmaz. Yok eğer yara temizlemek için 2 tane tıp fakültesi diploması, ordinaryüs profesörlük diploması filan bekliyorsan…. Asıl o yara o zaman kangren olur…
Eğer kastınız kendini önce kendini adam et , sonra başkalarını adam etmek için birlik falan kur diyorsanız, iş başka… Bu durumda bana laf sokmuş olursunuz, b öyle bir kastınız yoktur, umarım…
O zaman ben de aynen sizin ilk başlardaki sözünüzle cevap veririm, “toplumsal olarak ciddi bir yozlaşma ve kültür deformasyonu içindeyiz” derim… ve sizin deyiminizle “insanlar nerede menfaatleri olduğunu bilemiyorlar” derim…
Daha da ileri giderim; insanlar cahil ve lümpen hale getirilmiş, çünkü EĞİTİMSİZLER… Bunlarla birlik mirlik olmaz… Önce tüm insanlar eğitilecek sonra birlik olunacak derim.
Derim de zaten kimse insanları eğitmiyor ki. Cahil kalsın, sürü gibi oradan oraya savrulsun istiyor… Eğitmek isteyen biziz…
İnsanlar eğitilmiş olsa, cehalet kalkmış olsa birliğe ne gerek kalır?
İnsanların hepsi dindar olsaydı, dine ne gerek vardı?
Hz.. Muhammed ben ahlaksızları ahlaklı hale sokmak için geldim demiyor… Ben eksik olan ahlakı tamamlamaya geldim diyor. Yani benden öncekiler tuğlaları koydular, son tuğlayı da ben koyup duvarı bitirmeye için geldim diyor…
Kimse önceki peygamberlerden son tuğlayı koymasını beklemedi. Binlerce yıl içinde ihtiyaçlar doğrultusunda adım adım gelişme oldu.
Bu bakımdan düşüncelerinizi daha berraklaştırmanızı dilerim.
Şimdi sizden son alıntı;
“sözlerimi "meslek birliği" kavramından uzak tutalım, bu oluşumla ilgili olarak bir şey demeyi düşünmüyorum. ben sadece insanların bir araya gelmeleri ile ilgili "birlik" kavramını kullanıyorum... Doktorlar, mühendisler, minibüsçüler meslek birlikleri meselesine girildiği anda ben susmayı tercih edeceğim...”
Neden meslek birliklerine karşı bu kadar tepkilisiniz? Meslek birliği deyince niye susmayı tercih ediyorsunuz? Bunu anlamış değilim.
Grafikerler elbet meslek birliklerini kuracaklardır ve kurmalıdır. Bu kepazelik, bu başı bozukluk böyle devam edemez.
Kendine art direktör diyenlerin yaptığı çalışmaları izleyen 15 yaşındaki oğlum, “baba bak bu kompozisyonda uyumsuzluk var. Adam jeepi çölden almış, mavi deniz kenarına koymuş. Jeepin üstünde çöl kumları ve güneşin kızıl turuncu yansımaları var, oysa deniz kenarının mavi ve yeşil yansımaları olması gerekirdi” diyor. Ayrı yerlerden birleştirme olduğu anlaşılıyor diyor. Resim eğitimi almayınca art direktörlük bu kadar oluyor işte.
Bana yardımcı grafiker bir kız sormuştu, Faruk bey, siz art direktörlük kağıdını nerden aldınız diye. Böyle bir kağıdı kimse vermiyor diyemedim. Geveleyip durdum.
Her isteyen kendini art direktör ilan ederse… Her bilgisayar kullanan kendine grafik tasarımcı derse… 2 aylık kurslardan grafiker yetiştirildiği iddia edilirse… Sonra birlik falan olmaz, birlik lafından ürkenler durumun böyle gitmesinden rahatsız olmayanlardır.
1993-95 yıllarında bir art direktörün maaşı 10-12 milyarken bu gün 2,5 milyara inmişse… BU gün 400 milyona grafikerlik yaptığını iddia eden kişiler varsa…
Freehand, photoshop, corel, adobe kursları verenlerin bir tek tasarım yapmadıkları halde kendilerini grafik tasarımcı olarak ilan etmelerine kimse ses çıkarmıyorsa…
Matbaadaki bilgisayar operatörünün yanına oturan müşteri o çocuğu emir eri gibi kullanıp tasarım yaptırdığını sanıyorsa…
Devlet buna seyirci kalıyorsa…
Buna dur demek isteyenler, engelleniyor, sahipsiz bırakılıyor ve susturuluyorsa…
Siz elbette susacaksınız… Konuşmak için bu mesleğin kahrını çekmek gerek… Konuşmak için inanç gerek, yürek gerek… Zulme ortak olmamak gerek.
Bir gün gelecek zulmün karşısında susanlar ve susmayanlar saflara ayrılacak. Kim kapısının önünü temizlemiş, kim gelmiş o kapıyı pisletmiş belli olacak… Kim süpürgeyi tutan eli kırmış belli olacak. Kim kendi kapısını temizlemeden komşusunun kapısına yönelip temizlik yerine pisletmiş, göreceğiz.Kim kendi kapıyla birlikte 5 kapıyı da süpürmüş onu da göreceğiz.
Yeter ki Allah zaman versin, Grafikerler Birliği elbet kurulacak…!!!
Ve bunu da ben kuracağım, Kendim için değil oğlum gibi gençler için kuracağım. Ama dediğiniz gibi doktorlar için değil, matbaacılar için değil, öz be öz grafikerler için kuracağım.
Allahın selamı üzerinize olsun. Allah, hak ve adalet yolundan ayırmasın. Allah görmeyen gönül gözlerini açsın, mühürlü kalplerin mührünü çözsün.
Grafikerler artık uyanık olsun.
Allah bizleri doğrularla birlikte yalanları (yanlışları) savunmaktan korusun.
(Düşmanı düşman diye görürsünüz, ama dost kılıklı düşmanlar en tehlikelisidir)
(Çölde giden yılandan otların içinde uyuyanı daha tehlikelidir… Yılanla çuvala giren sokulmayı göze alır)
Faruk Çağla
(grafiker idim, esrarınızın büyüsüyle imam da ettiniz, hoca da ettiniz ya beni ramazan gününde Esrar bey)