Selam,
Sayın Hümeyra Can,
Açarız efendim. Merak etmeyiniz. Hem de öyle bir açarız ki tarihin derinliklerine gider sizi oradan aydınlatarak açarız. Siz üzülmeyiniz. Bu sitedeki işimiz ne..? Yazmak. Eee yazar olmak kolay değil siz de takdir edersiniz. Öyle herkese bu titri ( ünvanı ) vermezler. Vermelerinin önemli bir nedeni olmalı. Biz de site yönetiminin bize vermiş olduğu bu ünvanı hak ettiği düzeye çıkarmak için elimizden gelen gayreti gösteririz. Tarihi bilmeden günümüzde yaşananları doğru kavrayamayız. Sonra ortaya çıkar biliyormuş gibi yazar, anlıyormuş gibi durur, algılamış gibi bakar, yalamış yutmuş gibi yazarız.
Tarih demişken isterseniz konuya şöyle biraz geriye gidip bakmakta yarar var. Tarihin ilk üniversitesi ne zaman ve nerede kuruldu isterseniz kısa bir araştırma yapalım.
Üniversite,kelime karşılığı olarak Fransızca “ université ” sözcüğünden gelmektedir. Bugünkü anlamıyla ilk üniversitelere ise Abbasiler döneminde Bağdat’ta rastlanır. İlk sistematik üniversite ise, Emevîler tarafından Fas’ın Fez şehrinde 859 yılında kurulan Keyruvan Üniversitesidir. Bu arada Urfa ilimizin 44 km güney doğusunda bulunan Harran antik yerleşkesindeki Üniversite’yi de unutmayalım. Emevi hükümdarı 2. Mervan, Harran' ı devletin başkenti yapmış,Emevilerin Asya bölümü 750 yılında Abbesilere yenilerek Harran da son bulmuştur. Tarihi geçmişi islam öncesine dayanan dünyaca ünlü “ Harran Üniversitesi ” Abbasi halifesi Harun Reşid zamanında daha da gelişerek ününü yaymaya devam etmiştir.
Bununla birlikte eski Yunan ve Roma dönemlerinde bazı yüksek eğitim ve öğretim kuruluşları olmasına karşın bunların bugünkü anlamda üniversite niteliği yoktur. Batıda üniversiteler İslâm medeniyetinin Endülüs Emevî DevletininAvrupa’ya girmesiyle başlar. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversiteleri, ilim ve fennin kilise ve piskoposların etkisindeki ruhban sınıfına bağlı öğretim üyelirinin bu okulları girmesine yardımcı olarak, yalnız hukuk eğitimi verilen öğretim dalına tıp, astronomi, ilahiyat ve benzerlerinin de eklenmesini sağladı. O zamana kadar Avrupa kralları ve devlet adamları sağlık sorunlarını gidermek için Kurtuba Üniversitesinin Tıp Fakültesine gelirlermiş. Hatta o dönem dünyanın düz olduğuna inanan Avrupalılar, Galileo, Kopernik, Newton dünyanın döndüğünü İslâm kitaplarından öğrenip söyleyince onları suçlu görüp hapsedecek kadar bilimsel gelişmeye ters düşünmekteydiler.
Osmanlı döneminde kurulan modern üniversitelerin ilki olan İstanbul Üniversitesi, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından din ilimleriyle birlikte fen bilimlerinin de okutulması için kurduğu Fatih Külliyesine (Medreseler topluluğu) dayanmaktadır.
Fatsa kurulan Keyruvan Üniversitesinden Harran’da kurulan Harran Üniversitesine kadar tarih bize üniversitenin neden niçin ve hangi tarihlerde kurulduğunu göstermiştir. Böylece bizler de adına Üniversite denen eğitim kurumlarının yaşamımıza dün girmediğini görmüş olduk.
Şimdi gelelim yazınızda adı geçen isimleri incelemeye…
Mimar Sinan:
Mimar Sinan ( Sinaneddin Yusuf ) , Kayseri'nin Agrianos (bugünkü adıyla Ağırnas) köyünde hıristiyan ( Ermeni veya Rum ) olarak doğmuş. 1511'de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul'a gelmiş yeniçeri ocağına alınmıştır.
"Bu değersiz kul, Sultan Selim Han'ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında , tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek , görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbula dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım "
Tezkiret-ül Bünyan ( Yapılar Kitabı ), Mimar Sinan'ın arkadaşı şair ve nakkaş Sai Mustafa Çelebi tarafından Mimar Sinan'ın ağzından yazılan, Mimar Sinan'ın hayatını ve eserlerini anlattığı kitap.
Asıl adı Sinaeddin Yusuf olan Mimar Sinan, doğduğu Kayseri’den kalkıp İstanbul’a gelerek kendi isteğiyle devşirme oldu. Konuyu bu şekilde anlatmamdaki amaç büyük usta Mimar Sinan’ı küçümsemek değildir. Gerçeğin kendisinin ne olduğunu ve Osmanlı döneminde bir kişinin devlet makamında yükselmesinin hangi şarta bağlı olduğunu belirtmek içindir. Bir sava göre ermeni, başka bir sava göre rum olduğu söylenen Mimar Sinan devşirme yöntemiyle islamiyeti seçmiş ve yine kendi isteğiyle ilgili olduğu dülgerlik mesleğinde yükselmek için seçilmiştir. O dönemin ustalarından yapı dersleri aldıktan sonra aldığı bilgilerle yetinmeyip teorik birikimine gözlemi de eklemek için yollara düşmüş. Araştırmış, incelemiş, yine kendisi gibi ustaların yapmış olduğu eserleri enine boyuna gözlemlemiş. Mimar Sinan’a ustalığı gökten zembille inmemiş. O dönemin gereği mektep, medrese görmüş bir kişidir Mimar Sinan. Öyle sizin anlattığınız gibi yeniçeriyken bir sabah vakti dere başında keşfedilmedi büyük usta.
Wolfgang Amadeus Mozart (Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart):
Leopold Mozart ve Anna Maria Pertl Mozart'ın oğlu olarak Salzburg'da doğmuştur. Burası Salzburg Başpiskoposunun başkentidir. Günümüzde Avusturya'da bu şehir, o dönemde Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun bir parçasıdır.
Mozart'ın babası Leopold Mozart ( 1719 – 1787 ) Avrupa'nın başlıca müzik hocalarından biriydi. İlgi çeken Versuch einer gründlichen Violinschule ders kitabı 1756'da; Mozart'ın doğduğu yıl yayınlandı. ( Keman Çalmanın Temel Prensiplerinin Bilimsel İncelenmesi ) Kendisi Salzburg Başpiskoposunun orkestrasının şefiydi, ve oldukça başarılı bir enstrüman müziği bestekarıydı. Leopold bestekarlığı oğlunun olağanüstü müzik becerilerini gördükten sonra bırakmış. Wolfgang 3 yaşındayken baba Leopold, Wolfgang'in başarılarından gurur duyararak, oğluna çok ağır bir şekilde müzik eğitimi vermiş. Bu eğitiminde, klavye, keman ve organ gibi enstrümanları öğretmiş. Leopold sadece ilk yıllarında bu eğitimi vermiş. Lopold'un Nannerl'in müzik kitabında, Wolfgang'in birçok besteyi 4 yaşında öğrendiğini ve ilk bestesini, küçük bir Adante (K. 1a) ve Allegro (K. 1b)'yi 1761'de henüz beş yaşındayken yazdığını söylemektedir.
Wolfgang Amadeus Mozart ne yazık ki 5 Aralık 1791 yılında öldüğünde 35 yaşındaydı. Bu kadar kısa yaşamına 626 eser sığdırmayı becermiş Avrupanın başlıca müzik hocalarından birisi olan babasından sıkı bir eğitim almış doğuştan varolan yeteneği de buna eklendiğinde ortaya bir müzik şaheseri ortaya çıkmıştır. Bakın sözüme dikkat edin Mozart Avrupanın önemli bir müzik hocası olan babasında eğitimini almış. Salzburg caddelerinde yürürken pub’dan gelen müzik sesinden etkilenerek;
- Ben de müzisyen olabilirim canım ne var bunda…
dememiştir. Bunun yanında bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçeğe de dikkati çekmek istiyorum. Anne karnında bulunan bir çocuğa sistemetik olarak günde birkaç saat müzik dinletildiğinde çocuğun doğumdan sonra müziğe olan ilgisinin diğerlerine oranla çok daha fazla olduğu yapılan araştırmalarla ispatlanmış bir gerçektir.
Konuyu bir basamak daha ileri götürüp ek bir açıklama daha yapayım. Sanırım İvan Petroviç Pavlov’u tanıyorsunuzdur. Fizyoloji ve psikoloji alanındaki çalışmaları ile psikofizyoloji ve deneysel psikoloji alanlarını derinden etkiledi. Bu nedenle her iki bilim dalının kurucularından sayılır. Pavlov köpekler üzerinde yaptığı klasik koşullanma deneyleri ünlüdür. Köpeğe ilk olarak birkaç kez zil çalınır. Fakat köpek tepki vermez. Sonradan et verilir. köpeğin salyaları akar. Sonra et ile birlikte zil çalınır. Daha sonra et verilmediği halde zil çalındığında köpeğin ağzının suyunun aktığı görülür. Şartlı ya da şartlandırılmış refleks denen olay da budur. Pavlov, bu davranışın, psikolojik etkinlikle özdeş olan yüksek düzeyde sinir etkinliğinin belirtilerinden biri olduğunu öne sürer ve psikoloji alanında geçerli tek yaklaşımın deneysel yöntem olduğunu vurgular. Pavlov, bu alandaki çalışmalarından ötürü 1904 yılında Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü'nü kazanmış.
Wolfgang Amadeus Mozart doğmadan önce yaşadığı şartlı refleks ( anne karnında ) ve doğduktan sonra ünlü bir hoca olan babasından aldığı müzik dersleriyle dünyaca tanınmış bir bestakar olabilme becerisini kazandı. Günümüzde Tükiye’de dedesi, babası ve kendisi aynı meslekte olan kaç grafik tasarımcı var acaba bakın şimdi ben de bunu merak ettim. Varsa aramızda bu tür bir dahi şahsen kendisini tanımak isterim. ( bu tür bir kişinin olması bile o kişinin üniversiteye gitmeden grafik tasarımcı olabileceği anlamına gelmez. )
Aslında ben Mozart yerine Beethoven örneğini vermenizi beklerdim. Beethoven bence Mozart’tan daha büyük bir usta. Klasik müzikten hoşlanıyorsanız eğer size 9. senfoniyi öneririm.
Şimdi sıra kime geldi..? Hah tamam son kişiye. Resmin çılgın ustası Vincent Willem van Gogh:
Van Gogh, gençliğini bir sanat simsarlığı firmasında çalışarak geçirmiş, kısa süren bir öğretmenlik deneyiminden sonra da Belçika'da fakir bir madenci kasabasında misyoner olmuştur. Resim kariyerine 1880'den sonra başlamış. Başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışan Van Gogh, Paris'te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiş; Güney Fransa'da geçirdiği süre içerisinde bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiş ünlü bir ressamdır.
1869'da, henüz on beş yaşındayken, amcası Vincent ("Cent") aracılığıyla Lahey'deki bir sanat simsarlığı firmasında iş buldu, Ocak 1873'te firmanın Brüksel ofisine geçti. Mayıs 1873'te ise firma Van Gogh'u İngiltere'ye gitmiş. Bu firmada çalıştığı dönemde ressamlığa ilgi duymuş daha sonra yaşamında istikrarı yakalayamamış. En önemli göze çarpan şey 1881 yılında Van Gogh’un bir süre Lahey'li ressam Anton Mauve'nin yanında çalışmasıdır. Güney Fransa'da geçirdiği süre içerisinde bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir.
Daha çok usta – çırak ilişkisi tarzı bir eğitim sürecinden geçmiş olması onun eserlerini hafife almamızı gerektirmez. Ama onun üniversite okumanın gereksizliğine dayanak yapılmasını da gerektirmez.
Şimdi gelelim ana fikrimize;
daha önceden yazdığım gibi şu an da aynı düşünceyi ısrarcı bir şekilde savunmakta kararlıyım. Günümüzde herhangi bir meslek dalında bir yerlere gelmek isteyen kişilerin en az bir üniversite okumasında büyük yarar vardır. Bu sözüm üniversite okumayan kişiler bu işi yapamaz anlamına gelmez. Ben konuyu içerisinde bulunduğumuz sektörün temel iş alanı bakış açısıyla incelemeye tabi tutuyorum. Bu temel mihenk yalnız ülkemizde değil, dünyanın hemen bir çok ülkesinde de aynıdır.
Reklam ajanslarının ( dikkat edin, reklam ajansı tanımlaması yapıyorum. Matbaa, digital çıkışçı, renk ayrımcı demiyorum ) mutfağında aşçı veya aşçıbaşı ( grafik tasarımcı veya Art Direktör – Sanat Yönetmeni ) olabilmeniz için mutlaka en az bir Güzel Sanatlar Fakültesi veya dengi okul bitirmiş olmanız gerekmektedir. Daha önce de yazdım sanırım okumamış veya dikkat etmemişsiniz reklam ajanslarında okul bitirmemiş kişiler hiçbir şekilde çalışamaz demiyorum. Bu tür bir tanım bol keseden sallamak bugün yaşananları görmezden gelmek olur. Çalışan kişilerin olduğunu da biliyorum. Reklam ajanslarında bir çalışma grubu ( work group ) içerisinde yer almanın brincil şartının okul bitirmek olduğunu ve ortak çalışma platformunda temel sanatsal tanımlama diline sahip olmanızın bağlı olduğunuz ekip içerisinde ortak paylaşım dili olduğunu biliyorum.
Siz bunu önemsemeyebilirsiniz. Aksine bu tür işyerlerinde çalışmak istemeyebilirsiniz. Bu benim sorunum değil, sizin sorununuz. Bu durum sizin kişisel görüşlerinizi genel yaklaşım biçimi olarak ortaya atıp bir de üzerine geçmiş dönemin ünlülerini de ortak edip örnekleyerek üniversite okumanın anlamsızlığı üzerine yazı yazmanızı gerektirmez. Bununla birlikte sizin bugünkü yaşamın göz ardı edilemez bir gerçeği olan üniversite bitirmenin sektörde çalışan grafik tasarımcılar için zorunlu bir durum olduğu gerçeğini es geçmenizi de gerektirmez.
Peki siz üniversite gerçeğini ıskalarsanız ne olur..? Bence hiçbir şey. Olan size olur bana değil. İster okuyun ister okumayın. Benim için önemli bir zorunluluk sizin için gereksiz bir ayrıntıysa eğer bu sizin kişisel subjektif görüşünüzdür bu ne beni ne de içerisinde bulunduğumuz sektörün gerçeğini bağlamaz.
Saygılar…