tasarımcılara söylenen 10 yalan.

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
@muratamam

Örnek:

"Uzun yıllar Mercedes’in araçlarını tasarlayan Muhsin Partanaz, tasarım konusundaki birikimini Lojistik Ekipmanlar okuyucularıyla paylaştı. Özellikle işlevsellik ve tecrübenin, tasarımın en önemli anahtarları olduğunu söyleyen Partanaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Otomotivde daha çok insan-ürün ilişkisi ön planda olduğu için “form, fonksiyonu takip eder” ilkesini göz önünde bulundurarak tasarımlarımızı gerçekleştiriyoruz. Yani biçim, işlevselliğe göre şekillenir. Otomotiv sektöründe özellikle işlevsellik ön plana çıkıyor. Tasarımlarımızı hayata geçirirken emniyet, estetik, aerodinamik ve maliyet gibi unsurlara dikkat ediyoruz."
http://www.arteg.com.tr/arteg-lojiport-dergisi-arteg-ihtiyaca-gore-tasarim-yapiyor/

(Halbuki tek bir tasarım anlayışından söz edilemez)

“Bizde ne formun fonksiyona, ne de fonksiyonun forma üstünlüğü vardır”
“Bir Mercedes daima bir Mercedes’e benzemelidir.” Sacco, tasarım felsefesini bu şekilde özetliyor ve ekliyor: “Tasarım ve teknik asla ayrı düşünülemez. Ünlü Amerikan mimar Louis Sullivan’ın “Form, fonksiyonu takip eder” sözüne karşın bizde ne formun fonksiyona ne de fonksiyonun forma üstünlüğü vardır. Ortada estetik bir ürün varsa, bu ürün asla teknoloji yoksunu olmamalıdır.” Tasarladığı tüm otomobillerde kendine has çizgilerine rastlamak mümkün olan tasarımcının asıl amacı, farklı modellerde kullanılan benzer dizayn unsurları ile insanların gözünde ortak bir Mercedes yüzü oluşturmaktı ve oluşturduğu bu ortak marka yüzünün, mekanik açıdan mükemmel kalitede otomobillerle birleşmesi sonucunda “Mercedes-Benz imajı” günden güne güçlenmeye devam etti.
http://ismailterzi.com/2011/11/12/mercedes’i-tanimlayan-adam-bruno-sacco/

https://www.grafikerler.org/konu/endustri-urunleri-tasarimi-hakkinda-bilgi.31935/

Dünyada örnek aldığımız, incelediğimiz şirketler, tasarım hizmetini kurumsal bir çerçevede sunuyor, çünkü total çözüm aranıyor. Yani bir insanın bir firmaya sağlayabileceğinin ötesinde bir çözüm. Tasarımı iki grupta değerlendiriyorum: Bir, “style” takılanlar, yani kalem, diş fırçası, parfüm, zeytinyağı, rakı şişesi gibi “tüketim ürünü” dediğimiz alanda çalışanlar. Bunlar bana göre ağırlıkla “styling” yaparken, tasarım tescil ile yetiniyorlar, çünkü ortada inovatif bir ürün yok. Biz ise daha zor olan ikinci yolu seçtik. Kendimize örnek aldığımız Ideo, Tangerine, fuseproject, frog design, Porsche Design gibi uluslararası tasarım pratiklerinin hepsi şirket statüsünde.
http://www.mimarizm.com/catkapi/Makale.aspx?id=1995&sid=55
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
@muratamam

Lütfen yağ görünümü verilmiş ayçiçek, kanola, soya, mısır, pamuk vb diğer yağları ile riveyera, naturel gibi adlarla pazarlanan zeytinyağlarını tüketmeyiniz. Dünyanın en sağlıklı ve en ekonomik yağı "sızma zeytinyağı"dır.
www.gidahareketi.org/Ascilardan-Itiraf--Iftarda-Domuz-Eti-Ikram-Ediyoruz-1788-haberi.aspx

Üreticiden alınan yağın şişelenip markete gelene kadar da maliyetinin arttığına dikkat çeken Cenikli, "Sızma tüketimi Türkiye'de 3 kat arttı. Artınca da sızma diye aslında sızma olmayan yağlar satılmaya başlandı. Bugün gerçek sızma zeytinyağını marketlerde 9-10 TL'den daha aşağıya satın alamazsınız. Bu fiyatın altında satılan her ürüne şüpheyle bakmak gerekir. Geçenlerde bir balıkçı restaurantının sahibi arkadaşım 6 kilogram sızma zeytinyağını 30 TL'ye aldığını söyledi. Mümkün değil. Mutlaka bir hilesi vardır dedim. Baktık kanola yağı çıktı" diye konuştu.
http://www.gidahareketi.org/Iste-Zeytinyagindaki-Hileler--712-haberi.aspx

Egeli ihracatçının market zincirlerine yaptığı “raf kirası almayın yarı fiyatına yağ satalım” teklifine, 3 market zincirinden olumlu yanıt geldi. Satışların başlaması ile bugün 12-14 lira aralığında satılan zeytinyağının litre fiyatının 7-7.5 liraya inmesi bekleniyor.
http://www.gidahareketi.org/Urunlerin-Fiyatini-Marketler-Artiriyor-1422-haberi.aspx

 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
@muratamam

Ya böylesini?

"Nur içinde yatsın, Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Bandırmalı Ali Efendi Hazretleri dükkânında meşgulken, telefon çalar. Merhum telefona çıkar, “Buyurun efendim.” der. Telefon eden kimse, süt evini taksi durağı sanır. “Acele bu adrese bir taksi gönderin.” der. Hemen Hazret dışarı çıkar. Bir taksi bulur. Ücretini verir ve o zata gönderir. “Neden böyle yaptın?” diyenlere, “Yanlış numara çevirdin, burası taksi durağı değil, deyip adamı mahcup etmek istemedim.” der.

Merhumun ömrü hep böyle inceliklerle doluydu. İnsan onunla birlikte iken, hem huzur içinde olur, hem de manen zenginleştiğini hissederdi.
(Sabri Tandoğan)

http://alioztaylan.blogspot.com.tr/
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
@muratamam

Beş yaşındaydım, evimizin yanında bir Arnavut bakkal vardı. Rahmetli annem, hayata adapte olabilmem için, evin alışverişini bana yaptırırdı. Hemen her hafta görürdüm, belediyeden ekipler gelir, yüzük kadar, minicik tüplere bütün gıda maddelerinden, örnekler alır, Belediye laboratuarlarında tahlil ettirirlerdi. Her hangi bir gıda maddesi bozuk, zararlı çıkarsa, dükkan kapatılırdı.

Altı yaşındayken, o bakkalı ve bir fırını birer ay süreyle kapattırmıştım.

Bir kaç senedir gazetelerde, bir bal ilânı çıkıyor. Rezil mi rezil, şerefsiz mi şerefsiz, bilmem kaç kavanoz bal alana, bir kavanoz polen hediye ediliyor, ayrıyeten altın, gümüş veriliyor... Araba çekilişleri cabası... Bu namussuz adamlar, kaç senedir bu ilânı veriyorlar. Aynı şeyi piyasada satılan, sucuklar, pastırmalar, peynirler ve diğer gıda maddeleri içinde düşünebiliriz. Eskiler, "saldım çayıra Mevlâm kayıra derlerdi." Bizim sağlığımızla kim ilgilenecek? Belediyeler ne güne duruyor. Her taraf hastanelerle doldu. Bozuk gıda yiyenler, hastalanıyor, dert sahibi oluyor. Bizim sağlığımızla kim ilgilenecek? Acaba idam cezasını kaldıranlar, bu alçak, bu rezil, bu şerefsiz üreticileri hiç düşündüler mi?

Gazetelerden okuyoruz, yurt dışına ihraç edip, gönderdiğimiz mallar, neden geri gönderiliyor? Bunların bizi Millet olarak küçük düşürmeye ne hakları var? Aynı şeyleri çocuk mamaları, şampuanlar için de söyleyebiliriz. Gittikçe, otistik çocuklar çoğalıyor... Neden? Bu rezilce üretilen çocuk mamalarını ve aşılarını kontrol eden var mı? Birçok çocuk o aşılar ve hazır mamalar yüzünden geri zekâlı, hiper aktif veya otistik oluyor.

Allah'ım, bu kadar mı sahipsiziz... Birçok hazır gıdalara, meşrubatlara lezzeti artıran ve alışkanlık yapan zararlı maddeler katılıyor. Bu konuda denetim yapmayarak, görevlerini savsaklayanlar, başlarına büyük belâların geleceğini hiç düşünüyorlar mı?
(Sabri Tandoğan)
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
@muratamam

HAFTANIN YAZISI / Edep ve İncelik

Mevlânâ, “Edep, aklın dıştan görünüşüdür” diyor. Kırk yıldır bu tarifi düşünüyorum. Beni ürpertiyor. Edep kavramı üzerinde derinleştikçe, karşımıza yepyeni âlemler çıkıyor. Bazen hayatın en önemli olayı nedir diye düşündüğümde, yine edep çıkıyor karşıma. Hayatı güzelleştiren, aile hayatında olsun, meslek hayatında olsun, toplumsal hayatta olsun hep karşımıza çıkan, bizi mutlu eden veya mutsuz eden bir durum değil midir? Bazen edepsizce söylenen bir söz veya davranış, karşı tarafı ebediyyen mutsuz edebilir. Hepimizin en az ekmek kadar, su kadar muhtaç olduğumuz bir özelliktir, edep. Hayatın, varoluşun vazgeçilmez unsuru... Beş yaşında bir çocuktum. Rahmetli annem, “Oğlum, bakkal Hacı Efendiye git, bir kibrit al” dedi. Gittim. Dükkândan içeri girdim. “Hacı Amca” dedim, “bir kibrit verir misin?”. Bakkal Hacı Amcanın kaşları çatılmıştı. “Vermem” dedi, sebebini sordum. “Sen”, dedi, “dükkândan içeri girerken selâm vermedin. Selâm vermeyene kibrit de yok”. Utancımdan kıpkırmızı olmuştum. Özür diledim. Ne yapabileceğimi sordum. “Şimdi çık” dedi, “biraz dolaş, dükkâna yeniden gel. Kapıdan girerken selâm ver”. Dediklerini yaptım, bakkal Hacı Efendi kibriti uzattı, yalnız kibritin yanında bir de çikolata vardı. Aldım, teşekkür ettim. “Bu” dedi, “selâm vererek girmenin mükâfatı”. Olayı ömür boyu unutmadım. Ne zaman bir dükkâna, bir iş yerine, bir eve girsem aklıma Hacı Efendinin sözü gelir. Edep, hayata, yaşamaya, varoluşa renk veren, ışık veren, güzellik veren harikulâde bir unsur. İnsan hayatı bir serüven. Doğduğumuz andan itibaren mücadele veriyoruz. Hastalıklar, parasızlıklar, yanlış anlaşılmalar bizi ömür boyu bırakmıyor. Bu patırtı, gürültü içinde her zaman için kuvvet alacağımız, bize mutluluk verecek, yaşama sevinci verecek bir olay edepli davranışlar. Eski İstanbul terbiyesinde “ben sahibim, ben mâlikim, mülkiyeti bana ait” gibi sözleri söylemek edep dışı kabul edilirmiş, o şahsın görgüsüzlüğüne verilirmiş. Meselâ bir yalının önünden geçiyoruz, soruyoruz, “Efendim, bu yalının mâliki siz misiniz?” Adam, saygıyla cevap verirmiş: “Estağfurullah efendim, şimdilik emaneten oturuyoruz”. Bu cevaptaki incelik beni bir ömür boyu ürpertmiştir. Hayat arkadaşım, rahmetli Rânâ Hanımefendi ile kırk dört sene evli kaldık. Bu süre içerisinde onun önünde bir kere ayak ayak üstüne atarak oturmadım. Bir kere bile çantasına, çekmecesine, cüzdanına dokunmadım. Çünkü çocukken bize öyle öğretilmişti. Lise birden ikiye geçmiştim. Tatilde babamın memleketine gittim: Konya’nın Ermenek ilçesi. Ermenek, Toroslarda şirin, sevimli, güzel bir ilçeydi. Bir şey dikkatimi çekti. Yolda herkes tanısın, tanımasın birbirine selâm veriyordu. Bu selâmda insanı ürperten, heyecan veren, sımsıcak bir sevgi, bir saygı, bir incelik vardı. Beni çok etkilemişti. Ömür boyu unutmadım. Şimdi aynı apartmanda oturanlar birbirlerini selâmlamadan, bir poz, bir çalım geçiyorlar. Mübârekler sanki firavunun torunları. Bunu bir türlü kabul edemiyorum, içime sindiremiyorum, izahını yapamıyorum. Madem kader bizi aynı çatının altına getirmiş, ne olur birbirimize selâm versek, hatır sorsak, elimizde paketler varsa yardımcı olsak. Bazen bir selâm, bir hatır sorma, bir teşekkür etme insanın bütün sıkıntılarını alır, götürür. Yerine tertemiz, pırıl pırıl bir ruh hâli bırakır. Bir Viyanalı psikolog “bir insan”, diyor, “günde on kişiye teşekkür edebilse, o insan ruhen çok mutlu olur”. İnsanların birbirlerinden bekledikleri ne servet, ne şöhret, ne mevki, ne makam, ne mal mülk. Bu minicik ilgiler, edepli davranışlar bizim ruhumuzda en güzel duyguları uyandırabilir. Neden bu fırsatları kaçırıyoruz? Amerika’nın bazı eyaletlerinde bir âdet varmış. Otobanlarda giderken hani gişeler çıkar karşımıza, para yatırmamız gereken. Bazı kimseler gişedeki görevliye parayı uzatırken, “bu benim için ve benden sonra gelecek on araba için” diyorlarmış. Bilmiyorum, bunu okuduğum zaman çok heyecanlandım. Siz, kendinizden paha biçin. Parayı gişeye uzatıyorsunuz. Gişedeki görevli “efendim”, diyor, “paranız ödendi”. Burada önemli olan, o üç kuruş para değil. Birilerinin sizi düşünmüş olması. Bir insan tarafından sevilmek, sayılmak, düşünülmek ne güzel bir olaydır, hassas bir insanı sevinçten ağlatabilir. Hepimiz birtakım güzel davranışların, güzel sözlerin beklentisi içinde değil miyiz? Ve o karşımıza çıktığı zaman ne kadar huzurlu oluyoruz, mes’ut oluyoruz. Aynı şekilde ev halkının birbirine karşı gösterdiği edep ve incelik örnekleri de karşı tarafı ne kadar mutlu eder. Hepimiz şu dünyada misafiriz. Misafirliğimiz ne gün bitecek bilemiyoruz. Ama yaşadığımız sürece, çevremize karşı, insanlara, hayvanlara, bitkilere karşı, eşya ve cemâdata karşı daha duyarlı olabilsek, onlarda memnuniyet uyandıracak sözleri ve hareketleri söyleyerek, yaparak onların içlerinde bir memnuniyet uyandırabilsek, ne güzel olur.

Senelerce önceydi, bir gün evde oturuyordum. Telefon çaldı. Bir okul arkadaşım “Sabri”, diyordu, “bana yardımcı ol, çok sıkıntılıyım, boğulur gibi oluyorum. Lütfen bana yardım et.” Arkadaşımın sesi beni ürkütmüştü. Hakikaten o anda ona kitap oku, müzik dinle, ibadet et demek bir netice vermeyecekti. Dedim ki, “Bak kardeşim, banyoya gir, biraz su dökün, bir abdest al, giyin, en yakın hastaneye git. Hastanedeki görevli memura “Bu hastanede bir süredir yatıp da hiç ziyaretçisi olmayan hasta var mı?” diye sor. Hastayı öğrendiğin zaman ziyaretine git. Ya bir çiçek yaptır, ya bir kolonya al. Hastaya hatırını sor. Onunla biraz konuş. Bir isteği olup olmadığını öğren. Bir isteği varsa lütfen onu yapmaya çalış.”

Akşam, arkadaşım tekrar telefon etti. Ses tonu tamamen değişmişti. Mutlu, neş’eli bir ses tonu vardı. Anlattı. Hastayı ziyaret ediyor, hediyesini takdim ediyor, biraz görüşüyorlar. Sonra diyor ki, “haftaya tekrar geleyim mi, ister misin?” Hasta yatağından doğruluyor, “Allah razı olsun” diyor, “beni o kadar mutlu ettin ki, haftaya da benim gibi yalnız bir insanı ziyaret et, benim duyduğum mutluluğu o da yaşasın.” Ve diyor arkadaşım, hastanenin kapısından çıkarken öyle neş’eli, öyle mutluydum ki yol boyu sana içimden teşekkürler ettim.

Bizim mutluluğumuz da, mutsuzluğumuz da hep böyle küçücük olaylarla ortaya çıkıyor. Ne olur biz de âdet haline getirsek, bu minicik nüanslarla insanları sevindirsek, uzun zamandır aramadığımız, görüşmediğimiz bir dostu, bir gün telefonla arayıp hatırını sorsak, hem onu, hem kendimizi ne kadar sevindiririz. Hani, bazı çok yaşlı kimseler vardır. Hayatta kimseleri kalmamıştır. Ellerinden tutacak kimseleri yoktur. Ne olur onları hiç olmazsa telefonla veya beş dakika ziyaretlerine giderek arayıp, sorsak, ne kaybederiz? Onlara desek ki “Ne zaman başın daralırsa, ihtiyaç hissedersen, gece saat kaç olursa olsun, beni ara. Ben arabaya biner gelirim.” Bir bilsek ki bu sözler yalnız bir insanı ne kadar sevindirir, ne kadar göklere uçurur. Daha bunlar gibi pek çok örnek verebiliriz. Alışveriş ettiğimiz tezgâhtarın hatırını sorsak, bir sıkıntısı olup olmadığını öğrensek, dolmuştan inerken sâde para vermekle yetinmeyip hatırını sorsak, hayırlı işler dilesek, teşekkür etsek, onlar da, biz de ne kadar mutlu oluruz. Bir gül bahçemiz olsa, bir dostumuz ziyaretimize gelse, ona bir gül buketi hazırlarken o gülün kokusu aynı zamanda üstümüze, ellerimize de sinmez mi? Onun için Kâinatın Efendisi, “Veren el, alan elden hayırlıdır” ve “Birbirinizle arada hediyeleşin, hediye bazen kalpler arasındaki soğukluğu giderir” buyuruyor.

Ne zaman Hak’ka göçeceğiz bilemiyoruz. Ama yaşadığımız sürece, şu hayatı o kadar güzel, renkli, şiir gibi yaşayalım ki, dünyamız cennet gibi olsun. Ve “Dünyası cennet olanın, âhiretinin de cennet olacağı” müjdesi geliyor Kâinatın Efendisinden. O halde ne bekliyoruz? Yunus Emre, “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyordu. Bizler de yaşadığımız sürece hep iyinin ve güzelin tohumlarını ekelim ki, yarın mukadder yerimize gittiğimizde yüzümüz kara çıkmasın. Allah, bizlere de ve yeryüzündeki bütün insan kardeşlerimize de hayırlar göstersin, imân ile çene kapamayı nasip etsin.
(Sabri Tandoğan)
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Eyvallah, rica ederim...

@muratamam

:)?, :(?

Eşimin başkasıyla görüştüğünü düşünüyorum fakat elimde kanıt yok bu yüzden eşimin cep telefonunu dinlemek kimlerle konuştuğunu bilmek istiyorum. 2 Çocuğum var. eşim maddi durum olarak çok iyi fakat evle ilgilenmiyor. Zor günler geçiriyorum. Başka kişiye ait cep telefonu dinlenirmi?bu konu hakkında bilgi verirseniz çok sevinirim. Şimdiden vereceğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
http://www.serdarhan.com/esimin-ve-baskasinin-cep-telefonunu-nasil-dinlerim-2515.Aspx

Biraz kıskançmıyım bilmiyorum ama eşimin telefonunu dinlemek için tüm servetimi verirdim. İnanılmaz aşığım ona ve onun telefonunu iki günde olsa dinlemek istiyorum. Yahu bu mümkün mü ? Çok kıskancım çoooook :S Ne öneriyorsunuz bana
http://www.meleklermekani.com/threads/esimin-telefonunu-nasil-dinlerim.198376/
 
Yukarı Alt