Grafiker veya Reklam Ajansı Niçin Emir Eri Olmaktadır?

Grafiker veya Reklam Ajansı Niçin Emir Eri Olmaktadır?


  • Toplam katılım
    118

kralm

Üye
Kayıt
14 Mart 2008
Mesaj
1
Tepki
0
Yaklaşık olarak 10 yıldır mesleğin içerisindeyim fakat günümüzde gelinen nokta öyle vahim ki ben ilk işe başladığımda pc&mac başına geçip iki çizim yapabilmek için yer süpürür bardak yıkardım, başka bir dünyaydı orası fakat günümüzde gelinen nokta...
1000 adet kartvizitin fiyatı 6,5 tl varın gayrısını siz düşünün....
 

fogbird

Üye
Kayıt
31 Temmuz 2008
Mesaj
76
Tepki
1
Bu kapitalizm varolduğu sürece hep konuşulacak bir konudur.
Bütün grafikerlere "mektepli" olma koşulu getirilse de piyasa şartları mekteplileri de bu hizaya sokacaktır hiç kuşkunuz olmasın.
Bu gün 5 yıl ya da 10 yıl öncesinden daha fazla çalışmak zorundasınız. Daha fazla çalışarak 5 ya da 10 yıl önce kazandığınızı kazanamaz duruma geliyorsunuz.
10 yıl önce bu pazarda sözgelimi 10 bin kişi varken bugün 200 bin kişi var. Peki pazar bu kadar kişiyi besleyecek oranda büyüdü mü?
Hayır.
Varolan pasta 10 yıl önce 10 bine bölünürken bugün 200 bine bölünüyor.
Pasta dilimini büyütmek isteyen serbest piyasa rekabet koşulları içinde senin 1 liraya yaptığını 0.50'ye yapıyor.
Engelleyebilir misin?
Yine hayır.
Bunu meslek birliği kursan da engelleyemezsin. Avukatlar barolar birliğinin belirlediği taban fiyatın altında iş yaparken engelleyemediğin gibi.
...
Çalıştığınız yerin sahibi, normal şartlarda 10 kişiyle yapması gereken bir işi 4 kişiyle yapmaya kalkarsa, diğer 6 kişinin kadar çalışacağı kadar fazladan çalışırsınız.
Bugün piyasa böyle dönüyor.
Çizgi altı ajansların ortaya çıkış tarihleriyle, grafiker populasyonunun artışı eşzamanlıdır.
Büyük ajanslar varolan personelini ıvır zıvır işlerle meşgul etmek yerine faturası kabarık işlerle çalıştırarak daha fazla kazanma yolunu seçip, küçük ve az para getiren işleri almamaya başladılar.
Sonra bir reklam ajansı standartları belirlediler, bu standartları yakalayamayanlar büyük konkurlara giremez oldular.
Pastanın en büyük dilimi 100 küsur ajans tarafından paylaşılırken, pastanın küçük dilimi binlerce çizgi altı ajans, esnaf ajansı ve freelance çalışanlar tarafından bölüşülmek zorunda bırakıldı.
Büyük ajanslar operatörler dışında kalan personelini genellikle okullulardan seçer.
Çizgialtı ajanslar ve diğerleri maliyeti ucuzlatmak adına 2 günlük kurslardan çıkanlara yöneldiler.
Sorunlar böylece kartopu örneğinde olduğu gibi büyüdü.
Günümüz şartlarındaki rekabet "her yol mübahtır" anlayışını beraberinde getirdi.
Özetle, grafikerin/ajansın emireri olmasında eğitimin rolü yok denecek kadar azdır.
Ülkenin sosyo-ekonomik siyasal yapısı en büyük etkendir.
...
5-10 yıl önce bir dia için ya da bir illüstrasyon için 100lerce dolar ödediğinizi hatırlayın.
bir cd içindeki 100 imaj için en az 250 dolar ödediğiniz günlerden, ayda 250 dolara 750 istediğiniz imajı satın alabildiğiniz bugüne nasıl gelindi sanıyorsunuz?
0.25 cent'e hatta 0.18 cent'e fotoğraf ya da illüstrasyon alabilir hale geldik.
Bir micro stock satıcısı olarak gidişattan hiç memnun değilim.
Bunda burası dahil benzer sitelerde, parayla satılan çalışmalarımızın illegal olarak bedava dağıtılmasının da rolü var.
Burada bir pazarın diğer pazara ekonomik gerekçelerle zarar vermesi durumu var. Tasarımcı tasarımına koyacağı illüstrasyon için para ödememek yerine bedava ya da bedavaya yakın yollarla edinme yoluna giderse, illüstrator tasarım işine yönelecek, kendi işini almayan tasarımcıdan daha düşük fiyat verecek.
Bunu grafiğin bütün dallarına zincirleme uygulayın.
Sonra da perspektifi genişletin, grafiği diğer mesleklerin de döndüğü bütün piyasa çarkının içine koyun. Onların da benzer mantıkla çalıştığını düşünün.
Bu çark içinde koşullar her gün daha da kötüye gider.
...
0.18 centlik bir çalışmaya bugün para ödemeden sahip olmanın yollarını arıyorsak,
10 yıl sonra nerede olacağımızı düşünen var mı hiç?

Sevgiler
Naci Yavuz
 

İsmail Ev

Altın Üye
Altın Üye
Kayıt
29 Temmuz 2008
Mesaj
84
Tepki
1
Sayın Naci Yavuz,
Tespitlerinizin tamamına katılmakla birlikte, geleceğe olan iancınızı yitirdiğinizi görüyorum.
Ben ise önümüzdeki resime bakarken sizden daha fazla geniş açı ile bakmayı tercih ediyorum. Yani Resmin daha büyük parçasını ya da tamamını görmek için açıyı genişletmeye çalışıyorum.
Olayı sadece grafik sanatı ve grafik tasarımcı ve/veya grafikerlerin sorunları ve gelecek kaygıları olarak ele aldığınızda karşınızda koskocaman ve kapkara bir duvar görmeniz gayet doğaldır.
Hafızalarımızı zorlayarak 2002 genel seçimlerindeki seçim vaatlerini hatırlayacak olursak; sivil toplum kuruluşlarına vurgu yapılarak önemsendiği iddiasında bulunanların iktidara geldiğini ve halen iktidarda olduklarını görürüz. Bu vurguyu duyduğumda şahsen "Eyvah bu memleketin hali perişan olacak" diye hayıflanmıştım. Çünkü sivil toplum kuruluşlarının hazırladıkları sosyal projeler için <<Boyalı Kağıt Merkezi>>'ndan destek aldıkları veya doğrudan yöneticilerine maaş verdiklerine şahit olmuştum. Belli ki milletimizi sağmal inek olarak gören merkezler önce ortam ouşturuyor, sonra ortama göre şerbet verip gözlerini boyadıkları çocuklara boyalı şeker verecek şekercileri ortama salıveriyorlar. Çocuklar da kendilerine şeker veren şekercinin kendilerini sevdiğini zannediveriyorlar. Böyle bir oyunun bozulması için bağımsız sivil kuruluşların ortaya çıkması, çoğalması, ve kendi aralarında birlik sağlayarak; merhum Attila İlhan'ın "Dip Dalgası" diye tabir ettiği uyanmayı gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Elbette Bu iş kolaycacık oluverecek bir iş değildir.
Bu iş bir ütopya da değildir.
Bu bir hedeftir.
Bunun için ortaya konacak bütün düz ve ters düşüncelere ihtiyaç vardır.
Ancak, birbirine ters olan düşüncelerin, birbirine düşman olmadan aynı hedefe kilitlenmiş farklı bakış açıları olarak değerlendirilmesi şarttır.
Zor hatta imkansız gibi görünen hedeften vazgeçmek ve vazgeçmeyi tavsiye etmek ümitsizlik ve vurdumduymazlık belirtisidir, sıradanlıktır.
Hiç kimse, hedefine ulaşmada başarı ve sonuç elde etme mecburiyetinde değildir.
Sorumluluk, hedefe ulaşmak için gayret içinde olmaktır.
Çünkü bu işler bir bayrak yarışı gibidir. Herkes kendi gücü ve sınırları içinde görev yapar.
Fiillerin sonocunu yaratmak Allah'ın insiyatifindedir.
Herkes çalışır, sonucu görmek bazılarına nasip olur.
Böylelikle herkes görevini tamamlamış olur.
 

fogbird

Üye
Kayıt
31 Temmuz 2008
Mesaj
76
Tepki
1
İsmail Bey,
Tam yatmak üzere toparlanırken düştü yorumunuz.
Gelecek konusundaki inancım yitirilmiş değil. Varolanın devamı konusunda yaptığım tespittir. Sistemin böyle devam edemeyeceğini düşünüyorum.
Yazımı tekrar okuyunca edindiğiniz izlenimi ben de edindim.
Bunu düzeltmek ve ne demek istediğimi tam anlatmak için dinlenmiş kafayla yeniden yazacağım.
İyi geceler.
N.Y.
 
Kayıt
14 Ağustos 2008
Mesaj
40
Tepki
0
İsmail Bey'in yaklaşımından, sivil toplum kuruluşlarına karşı genel bir güvensizlik algıladım. Bu itibarla, önce sivil toplum kuruluşlarının ne olduğu konusuna bir açıklık getirmek gerektiğini düşünüyorum:

Elbette, herkesin ve her grubun, kendine göre bir sivil toplum kuruluşu tanımı yapma hakkı vardır. Çünkü bu konu, tartışmaya açık, özgür bir alandır.

Genel bir ifade ile sivil toplum kuruluşları, Birleşmiş Milletler tarafından da genel kabul gören NGO (non-governmental organizations, yani Türkçe'ye yanlış olarak "hükümet dışı kuruluşlar" olarak tercüme edilen "resmî olmayan kurumlar") ifadesine karşılık olarak düşünülebilir. 12 Eylül kısıtlamalarının yeni yeni ortadan kalktığı 1990'dan, 1996 yılında İstanbul'da düzenlenen BM Habitat toplantılarına kadar, Türkiye'de bu anlamda pek çok NGO kuruldu. Bunları, özellikle Habitat toplantılarında izlemiş ve gözlemlemiştim. 1990'lı yılların özellikle kent yoksulluğu, konut ve barınma hakkı, fikir ve kanaat ile vicdan özgürlüklerinin kullanımı konularında çalkantılı ve gerilimli yıllar olduğunu düşünecek olursak, buna paralel olarak o yıllarda bu kadar çok NGO'nun kurulmasını da garipsemememiz gerekir. NGO, o yıllarda açıkça böyle İngilizce kısaltması ile ifade edilirken, giderek, STK (sivil toplum kuruluşları) şeklinde Türkçe ifade edilmeye başlandı.

Sivil toplum kuruluşları, adı üzerinde, resmiyetten, yani devletin bir takım kurumlarından uzakta olması gereken kuruluşlardır. "Resmî olmayan"dan kasıt, özellikle devlete ait "... genel müdürlüğü" veya "... işleri başkanlığı" gibi ifadelerle yerini bulan kurumlar olmamasıdır. Batı'da, bu tip kuruluşlar, genellikle toplum içinde kendiliğinden kurulup, daha sonra devlete eklemlenerek gelişirler. Örneğin, sosyal hizmetler birimleri, Batı'nın hemen her şehrinde bulunan ve başında o şehrin vatandaşları tarafından seçilen yöneticilerinin bulunduğu kuruluşlardır. Sosyal hizmetler birimlerine destek veren çeşitli oluşumlar vardıır ki, bunlar. gerçek anlamda NGO'dur. Çoğunun, hiç bir resmî kaydı kuydu da yoktur. Bizde ise devlet, hemen her şeyi yukarıdan aşağıya emir-komuta zinciri ile belirlediğinden, bu tip bir yapılanmayı algılamamız zorlaşıyor.

Dolayısıyla, sivil toplum kuruluşlarının devletten neden ve nasıl "bağımsız" olması gerektiği konusunda kafamız karışıyor.

Şu an için dernekler, birlikler, odalar, vakıflar, sendikalar, federasyon ve konfederasyonlar gibi resmî kurumlarca da tanınan ve faaliyette bulunan kuruluşların yanı sıra, her türlü gayrıresmî oluşum, platform, inisiyatif, zemin hareketi gibi hiç bir resmî niteliği olmayan ve vatandaşların "kendiliğinden" bir arada bulunduğu her türlü oluşum, bahsedilen "sivil toplum kuruluşları" sınıflamasına girmelidir. Buna en güzel örnek, "Beşiktaş Çarşı" hareketidir.

Şimdi gelelim, konunun grafikerler ile ilgili kısmına...

Bir sivil inisiyatif, bir platform oluşturmak için kimsenin bir engelle karşılacağını sanmıyorum. Bu inisiyatif, kendi arasında toplanabilir, tartışabilir, bir takım ilke kararları alabilir. Ancak bundan bir adım ilerisine geçemez. Yani aldığı ilke kararlarını, bırakın kendi dışındaki benzer konumda bulunanlara karşı, kendi katılımcılarına dahi uygulatma ve zorlama hakkına sahip değildirler. Zaten o noktada, yani zorla uygulamaya kalkma noktasında, artık o oluşum, sivil toplum kuruluşu olmaktan çıkar. Çünkü STK'nın asıl amacı, hem toplumsal özgürlükleri genişletmek, hem de bu özgürlükleri toplumsal yararlara dönüştürmektir.

Burada özellikle yakınılan konunun, öncelikle meslek ahlâkı, meslek kriterleri ve çalışma standartlarının belirlenmesi olduğu açık. Özellikle bu sorunlar, artık meslek ahlâkı veya etik kurallar ile kriterler ve çalışma standartları gibi başlıklar halinde kesin olarak saptanmalı...

Bir fiyat ve ücret taban fiyat tarifesi belirlemenin, öncelikli konu olduğu anlaşılıyor. Fakat resmiyetten uzak bir yaklaşım içinde bir araya gelen grafikerler inisiyatifi veya grafikerler platformu katılımcılarının, maalesef fiyat ve ücret taban fiyatı konularında yapabilecekleri pek bir şey bulunmuyor.

Bir kere grafiğin de dahil olduğu güzel sanatlar alanında, fiyat ve ücret tarifesi belirleme yetkisi, Kültür Bakanlığı'na bağlı fikir ve sanat eseri sahipleri meslek birliklerine tanınmış bir hak. Bağımsız platform veya inisiyatif katılımcılarının, böylesine hassas bir konuda, karışıklık oluşturablecek girişimlerden uzak olacaklarını düşünmek daha doğru olur.

İkinci olarak, "sadece fiyat ve ücret tarifesi belirleme ve telif hakları takibi yapmak istemeyen bir kuruluş olmalı" fikrinde ısrarlı olanlar için daha başka bir yol kalmadığını belirtmeliyim. Ya piyasa gerçeklerine hemen hiç bir müdahale etme yetkisi olmayan ama bir "ilke kararları birliği" gibi hareket edecek grafikerler platformu ile yetinecekler veya bu tür bir fikir ve sanat eseri sahipleri birliği kuracaklar. Ücret ve sosyal haklar konusunda sendikalara üye olarak çözüm arayacaklar. Ticarî konularda ise grafikerler odası gibi bir oluşum ile çözüm bulacaklar ama bu odanın da asla "sanat" konusunda yetkin olamayacağını ve söz söyleyemeyeceğini bilecekler.

Bu konularda daha önce yazdıklarımı buraya alıntılamak istiyorum.

Turkiye'de meslek kurulusu denince, akla ilk olarak, su alanlardaki kuruluslar gelmektedir:

Barolar, tabip odalari, mimar ve muhendis odalari, ziraat odalari, esnaf ve sanatkarlar odalari ve birlikleri...

Bunlar, buyuk ve genis kesimlerce taninan kurumlardir.

Bu kurumlarin her biri, "ozel kanunlarla" kurulmustur. Tabip odalari ve birliklerinin ayri, mimar ve muhendislerin ayri, ziraat ve esnaf-sanatkar birlikleri ve odalarinin ayri, barolar ve barolar birlikleri icin ayri kanunlar (avukatlik yasasi) mevcuttur.

Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kurulusu Kanunu icin bakiniz: http://www.basarmevzuat.com/dustur/kanun/5/5362/5362.htm

Bu kuruluslarin ortak ozelliklerinden birisi, uyeleri, yani meslektaslari uzerinde, tasidiklari, ozel kanunlarla kurulmus "kamu kurumu" niteliklerinden dolayi, guclu yaptirimlari bulunmasidir.

Ornegin, avukatlarin barolara kayit olmasi zorunludur ve barolar da, avukatlarin hukuk alani disinda baska bir is yapmalarina izin vermemektedir. Avukatlik mevzuati hakkinda, bakiniz: http://www.istanbulbarosu.org.tr/Document.asp?DocumentIndex=avhukuk/avyasa.htm

Devlet, bu kurumlara ozel ayricalik tanimistir. Sebebi, bu kurumlarin, entelektueller ile kucuk ve orta olcekli is adamlarinin olusturdugu, toplumda motor islevi goren oncu kesimleri kapsamasidir. Bu kesimler (orta direk diyebiliriz) olmasaydi, Turkiye'nin ekonomik ve sosyal hayati nasil olurdu, bir dusunun!

Fakat, bu entelektüel kesimler içinde, adinda, gostermelik bir "sanat" (aslinda zenaat) ibaresi bulunan esnaf kuruluslari disinda sanatcilari kapsayan bir "meslek kurulusu" yapilanmasi yoktur. Sanatcilar icin, ozel kanunlarla kurulmasi ongorulen bir kurumlasma ongorulmemistir. Devlet, sanatcilara bu tur bir onculuk veya motor islevi goren kesim rolunu cok mu gormustur?

Bunun cevabini, devlet yine kendisi vermektedir. Fakat bu cevabi "iyi okumak" gerekmektedir.

Devlet, sanatcilar icin ozel kanunlarla sinirlari cizilmis meslek kuruluslari kurulmasi yerine, sanatcilarin kendi aralarinda olusturduklari, meslek kural ve ilkeleri cok daha esnek olan meslek birliklerinin kurulmasini ongormustur (Elbette, sanat faaliyetlerini iceren bir dernek de kurabilirsiniz).

Meslek birlikleri adlandirmasi, yukarida adi gecen ve ozel kanunlarla kurulmus meslek kuruluslarindan esinlenilerek konulmustur. Devlet, bu sekilde, sanatcilari da bir cati altinda, belirli meslek ilkeleri etrafinda toplamak istemistir ama bunu yaparken, soz edilen meslek kuruluslarindaki gibi kati, kesin kurallari olan bir yapilanma ongormekten ziyade, esnek, katilim sinirlari ve uyelik sartlari, soz edilen meslek kuruluslari kadar kati olmayan bir orgutlenme bicimi ongormustur. Adindaki "meslek" ibaresi gibi tartisilacak cok yonleri olmasina ragmen, ozellikle 1995 yilindan beri, Turkiye Cumhuriyeti Devleti, sanat alaninda, oteki mesleki kuruluslara oldukca yakin duzenlemeleri hayata gecirmistir.

Elbette mevzuata bakildiginda, "bunun neresinde esneklik var" denilebilir. Yukarida soz edilen avukatlarin calisma sartlari ile karsilastirmak, sanirim iyi fikir verecektir. Bir grafik tasarimcinin, boyle bir birlige kayit olmasi zorunlulugu bulundugunu ve "grafik tasarimdan baska bir is yapmasinin yasaklandigini" dusunelim. Sanirim, ne kadar o tasarimcinin isine gelecek bir uygulama gibi gorunse de, boyle bir zorunlulugun, yaptirimin, pratikte islemeyecegini soylemek icin muneccim olmaya gerek yok. Ortalama bir grafik tasarimci, illustrasyon da yapabilir. Illustrasyon yaparak da hayatini kazanmak isteyebilir. Simdi, sirf boyle bir zorunluluk var diye grafik tasarim sanatcisini illustrasyon yapmaktan yasaklamak, bir kere cagdas normlara, insan haklarina aykiri olmakla birlikte, ayni zamanda sanati da baltalayici bir tutumdur.

Devlet, iste bu yuzden, sanati baltalayici olmak istemediginden, sanatcilar icin "meslek birligi" adi altinda yapt¹r¹mlari esnek duzenlemeler getirmistir.

Burada, "meslek birligi"nin, "fikir ve sanat eseri sahipleri meslek birligi" seklinde okunmasi gerektigini bir kez daha hatirlatayim.

Devlet, sanati gelistirmek ve sanatcilarin kendi alanlarinda hayatlarini daha kolay kazanabilmelerini saglamak icin, meslek birliklerine telif hakki takibi yapabilme imkani tanimistir. Meslek birliklerinin asil islevi, boylece tanimlanmistir.

...

Sanatcilarin telif haklari takibi icin kurulmus meslek birligi, yukarida adi gecen meslek kuruluslari gibi, uyeleri hakkinda kesin yaptirimlarda bulunamaz. Bu, kurulus yapilanmasina aykiridir. Kaldi ki, sanat felsefesi ve kuramlari, hemen her gun, yenilenmektedir. Bu sartlar altinda, kimin hangi mesleki kritere gore degerlendirilebilecegi, fikir ve sanat eseri sahipleri (meslek) birliginin gorevi ve isi degildir!

Boyle bir birlik, ancak, sanat ve sanat faaliyetleri acisindan ilkeler belirleyip, yonlendirme ve egitim calismasi yapabilir. Aksi halde, ozel kanunlarla kurulmus ve c¹k sIkI kuralllarla disipline edilmis bir meslek kurulusu haline donusulmesi gerekir ki, bu da her acidan (ozellikle yasal acidan) imkansizdir.

Grafik Tasarimcilar degil de, "Endustriyel Tasarimcilar" adi altinda bir "esnaf birligi" kurulmaya karar verilirse, o baska tabii ki...

Levent Elpen


Bakınız: http://groups.yahoo.com/group/GRA-LIST/message/13771 (25 Haziran 2008)
1- Soz konusu meslek birliginin her konuda belirleyici karar almasini, her seyi
duzeltmesini beklemek, safliktan da ote, imkansiz bir durumdur. Zira, buna ne
yasalar, ne devlet ne de bizzat uyeleri yetki verecektir.

Ama ... meslek birligi, bir cikis noktasi, bir
lokomotif gorevi gorebilir. Kurumlar arasi koordinasyona da yardimci olur
elbette. En azindan, iyi niyetli beklentimiz, bu yonde olmalidir.

Boyle bir koordinasyonun pratik acidan nasil olabilecegini de ...
beklerim. Yani strateji, nasil olacaktir? Hangi kurumlarla, nasil bir isbirligi
ve karsilikli gorus alisverisi yapilmalidir, bunun icin, en azindan, bir yol
haritasina ihtiyac duyulacaktir.

2- Meslek birliginin, bir cok akraba disiplini takip ederek sanat politikalari
konusunda da soz sahibi olabilecegini .... Bu, mumkun olabilir
olmasina da, meslek birliginin mevzuat ile cizilmis sinirlarini bir hayli
asar... Boyle bir isleve sahip olabilmek icin, yukarida belirtilen isbirligi
cercevesinde, bir koordinasyon kurumu ihtiyaci da ortaya cikacaktir.

3- Tasarimci, yeni bir seyler ogrenebilme yetenegi ve becerisine sahip degilse,
zaten tasarimci da degildir. Sokrates'in idama gitmeden once saz calmayi
ogrenmek istemesi gibi... Amerikali bir cizgi romancinin, sirf Fas'ta gecen bir
cizgi romani daha iyi cizebilmek icin bes sene Fas'ta yasamasi gibi...

Kendini gelistirmeyen kisi, egitemez ve ogretemez. Yenilikleri anlayamaz.
Kendisi de surekli bir ogrenme sureci icinde olmalidir. Turkiye'deki grafik
tasarimcilarin en buyuk sorunu budur. Ogrendikleri ile yetineceklerini
zannetmektedirler. Pratik olarak bir iki ornek vermek gerekirse: Macintosh'dan
baska bilgisayar kullanmayanlar vardir. Mac'e, elitlik ve asalet vehmederler
(Mac'in anavatani ABD'deki durum ise tam tersidir). Dogru olmasina dogrudur ama bu sekilde olusan talep, Turkiye'deki mac arzini da etkilemektedir. Bilgisayari gectik, bir cogu, eline kalem alip bir-iki desen dahi ciziktirmez. Cizilen her sey, para getirmelidir. Yillarca Freehand kullanmistir, gun gelip Freehand
programinin artik uretilmeyecegini ogrendiginde, sudan cikmis baliga doner;
vesaire, vesaire...

4- Genel anlamda katilmakla birlikte, temelde ve pratikte katilamayacagim,
... ise "Bir kurumun yeterli olabilmesi icin yetkinligini kanitlamis
olmasi"dir.

Bu tezinizi cok genel ve yalin bir dunya gercegi olarak sunuyorsunuz sanirim.
Zira, Turkiye sartlarindaki uygulamanin boyle olmadigini bilmeniz gerekir.

.... Her seyden once, Turkiye'nin sosyolojik ve kulturel gelisim sureci,
buna izin vermemektedir. ....

...

Kurumlarin en ustundeki kurumlara, anayasanin bizzat kendisine, anayasal
kurumlara bir bakalim: Demokratik olmasi beklenen bu yapilarin toplumun
demokratik dinamikleri ile olusmadigi, tepeden inme bir yaklasimin sonucu ortaya
ciktigi, malumdur. Toplumun demokratik taleplerinin, en azindan baslangicta bu
kurumlari ortaya cikarmadigini biliyoruz. Cunku tarih disiplini, bize, bu
toplumun dogal gelisim seyrinin bu yonde olmadigini, zamanin birinde, demokratik katilimin onunun tikandigini ve bu surecin gunumuze kadar geldigini
ispatlamaktadir.

Dolayisiyla, "kontrollu kendiligindenlik" tezinin, bu noktada islemeyecegi
asikardir. Ya kontrolsuzdur ya da cok sIkI bir kontrol altindadir.

Ornek ... tabip odalarina gelince... "Firsat esitsizligi" faktorunu
hic dikkate almadiginizi goruyorum. Bir tabip odasini elbette tip doktorlari
olusturur. Doktorluk da uzun bir egitim surecinin sonucudur. Bu uzun ve pahali
egitim surecine katlanamayan ise ne kadar bu alanda yetenekli olursa olsun,
elenmektedir. Basarili bir doktor olmasinin onune, maddiyatla bir set
cekilmektedir. Elbette burs muessesesi, bunun icin vardir ama ondan once arka
planda baska bir surec islemektedir. Bir insanin doktor olma sureci, tamamen,
liseden sonraki universite secme sinavinda mi baslamaktadir? Ilkogretimdeki
ogrenme surecinde, henuz bir yon tayin edememis iken, bu insani doktorluga dogru tesvik eden faktorler nelerdir? Kac fakir cocuk, kendilerini kusatan yoksulluk cemberini yarip bu yone dogru atilim yapabilmektedir? Bu mucadelede basarili olamayanlar ne olmaktadir? "Safra" olarak disariya mi atilmaktadir?

Sonuc olarak, refah toplumlarinda ve demokratik taleplerle belirlenen kurumlarin
yerlestigi cografyalarda, bahsettiginiz tezi de iceren surec, saglikli bicimde
isleyebilmektedir. Ama Turkiye henuz bu refah (gonenc) seviyesine ulasabilmis
degildir. Futbol, bizi aldatmasin!

Dolayisiyla, bahsetmis oldugunuz kurumsal yetkinligin saptanmasi ve bunun,
uluslararasi oteki kuruluslarla saglikli bicimde mukayese edilebilmesi icin
gerekli ve yeterli sartlar, su an icin olusmamistir. En azindan, gercekten
olusmus olsaydi, bunca insanin, iyi bir universite egitimi icin yurtdisina
gitmesi gerekmezdi diye dusunmek gerekiyor (Boylece, beyin gocune de kapiyi
araladik).

5- ...
Elbette sadece bilimsel disiplinin degil, sanat disiplininin de bu yonde
harmanlanmasi gerekir. Cunku bilim ve sanat insan gelisiminin iki onemli
kapisidir.

...

Grafik egitimi konusunda .... Evet, gercekten
bu kurslar, herkesin grafik ve grafige yonelik bilgisayar programlarini kullanma
becerilerini gelistirebilecek kurumlar olmali. Hatta grafik egitimi almis veya
pratikte bu isi yapanlar da, kendilerini gelistirmek icin bu kurslara
gidebilmeli. Tipografinin veya ikonografyanin ayrintilarini ogrenebilmeli veya
renk bilgisinin sinirlarinda dolasmali. Temel egitim ve bilim-sanat disiplini
ise universitelere birakilmali. Bu meslegin sartlarini ancak bunlardan sonra
daha rahatlikla belirleyebilme sansimiz olacaktir. Yine de, sanat disiplininin
belirsiz sinirlarindan dolayi, meslek sartlarinin ve sinirlarinin (barolar,
odalar gibi kesin sinirlari olan meslek kuruluslarindan farkli olarak), her
zaman esnek olmasi gerektigi, goz
onunde bulundurulmalidir. Devletin bu konudaki tutumu, sezgisel de olsa, dogru
yondedir ve bu tutumun sinirlari, zorlanmamalidir.

Levent Elpen

Bakınız: http://groups.yahoo.com/group/GRA-LIST/message/13806 (27 Haziran 2008)
 

İsmail Ev

Altın Üye
Altın Üye
Kayıt
29 Temmuz 2008
Mesaj
84
Tepki
1
Levent Bey
İçiçe geçmiş sorunlar yumağı içerisinde düzgün kalabilmiş bazı oluşumların bulunması zaten bir ülkenin hayati idamesinin göstergesidir. Sorunlar sarmalı içerisinde günden güne durumu daha kötüye giden elit ve estetik üretim emektarlarının bu gidişi durdurmak ve düzeltmek adına istişare ve karar almaya çalışmasından daha doğal ne olabilir ki?
Lakin sizin de altını çizerek yaptığınız tespitlerden de anlaşılıyor ki, mevcut sarmalda mevcut problemi çözme çabaları nafiledir. Çünkü mevcut sistem kendini korumayı, toplumu korumanın önüne geçirmiştir. Gerçekte toplum için var olan sistem ve sistem yetkilileri kendi konumlarını korumak adına; bugüne kadar oluşturulmuş kurallar çerçevesinde daha fazla sorumluluk istemiyorlar. Toplumun yeni ihtiyaçlarına kulaklarını tıkamış durumdalar. Hal böyle olunca da yeni sorunların da, mavcut kuralların dışında aranma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu olay ise deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Ancak sorun sahiplerinin iradesi ve doğru adımlarla ısrarlı mücadelesi ile yol almak mümkündür. Bu mücadele, önce ne istediğini netleştirmek ile başlamalıdır. Mevcut müktesabatın neler olduğu çok iyi bilinmeli, bunun dışında hangi engellerle karşılaşılacağı iyi tespit edilmelidir.
Bu aşamada değişik platformlarda çatışan görüşler dolayısıyle tatsız kavgalara ve küskünlüklere dönüşen süreçler aslında birer müktesabat olarak değerlendirilmeli, bütün görüşler bir zenginlik olarak değerlendirilmeli ve olumlu hazırlık altyapısı olarak değerlendirilmelidir.
Bence bu farklı ve zıt görüşler hedefe ulaşmada çok iyi bir aşamadır. Çünkü ilerki aşamalarda benzer sorunlar fazla engel teşkil etmez. Tıpkı vücudun ileride karşılaşacağı virüslere karşı önceden vücuda zerkedilen aşılar gibi.
Ben ümitliyim.
 
Kayıt
14 Ağustos 2008
Mesaj
40
Tepki
0
Merhaba,

Lütfen bu konu altında "kavga" ve "küskünlük" kelimelerini kullanmayalım. Bu yazdıklarımla o konuların alâkası yoktur.

Halihazırdaki durumda sorunlarımızın çözümü açısından yapılabileceklerin en geniş spektrumlu listesi budur. Daha iyi bir inceleme ve gözlem yapılacaksa, ayrıntısıyla yazılabilir veya diğer öneriler, gerekçeleri ve uygulama alanı ile birlikte buraya listenelebilir.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@fogbird

Fogbird Naci Yavuz'un bu yazısı üzerinden TAM BİR YIL GEÇMİŞ.

BİR YIL ÖNCE, yazdığı yazının yanlış izlenim verdiğini İsmail EV sayesinde fark ederek ne demek istediğini tam ifade edemediğini itiraf etmiş ve DİNLENMİŞ KAFAYLA yeniden yazacağını, yazısından çıkan YANLIŞ İZLENİMİ DÜZELTECEĞİNİ söylemiş.

Demek o günlerde kafası karışık değilmiş, sadece yorgunmuş ve o yüzden derdini YANLIŞ anlatmış.

Fakat BİR YILDAN BERİ bu güne kadar geçen süre içinde de yazısının DOĞRUSUNU yazamamış.

Demek ki bir yıldır ya kafasını dinlendirememiş ya da verdiği sözü unutmuş.

Kendisini BİR YILDIR bekliyoruz, artık DOĞRU izlenim verecek, derdini DOĞRU anlatacak yazısını yazsa da okusak, diyoruz.

Unutmuşsa hatırlatıyoruz, unutmamış ama halen doğrusunu yazamıyorsa o halde kafa yorgunluğundan bir an önce kurtulmasını diliyoruz.
 

fogbird

Üye
Kayıt
31 Temmuz 2008
Mesaj
76
Tepki
1
Birilerinin biti kanlanmış yine.
Kanlanmış da nasıl hitap edileceğini hala öğrenememiş.
Öğrenememiş demiyeyim. Haksızlık olur. Biliyor da, özellikle yapıyor diyelim.
...
Nick name yanlış bir şey değildir.
İsteyen kullanır isteyen kullanmaz.
Kendi adını yazan bir kişiye "nick name" özürlüsü diyemeyeceğimiz gibi, nick name kullanan birine de gizlenen, saklanan biri yaftasını yapıştıramayız. Nick name üzerinden kişilik analizi yapmak ahmaklığına da kimse düşmez. Düşmemelidir de.
Burada nick name ile yer alıp, yazılarımın çoğunun sonunda gerçek adımı da yazmışımdır.
Bu sitede biri bana "fogbird" diye hitaben yazıya başlarsa yanlış değildir.
Aynı şekilde "Naci Yavuz" diye hitaben yazmasının yanlış olmayacağı gibi.
"Biri" de diyebilir.
Ama sanki ismim buymuş gibi nick name ile gerçek adımı bitişik yazamaz. Fogbird nickli Naci Yavuz derse olur. Ama bitişik asla.
Bu aşağılamak amaçlıdır, tahriktir, edepsizliktir.
Bu hitabı kullanmayı uygun gören kişi bir öğretim görevlisiyse iki kere düşünmek gerekir.
Kendisine terbiye öğretmek de benim haddim değildir.

Hitabın devamı bir sorunun sorulması gerektiği şekilde değil, büyük-küçük harf kombinasyonuyla direkt polemik ve tahrik amaçlıdır.
Sanki bir fikri yanlış anlattığım üzerine kurguludur.

Halbuki cevap verdiğim yazıda benim fikirlerimin yanlışlığı değil, "geleceğe olan inancımı yitirdiğim" vurgulanmıştır.
Bu istemediğim bir tespitti ama yazımdan bunu çıkarabilmek mümkün. Derdimi yanlış anlatmış olup doğrusunu yeniden yazmam gibi bir şey sözkonusu değildir.
Fakat, yazıda ifade ettiğim tespitler ile benim geleceğe olan inancımı yitirmiş olmam anlamı farklı şeylerdir.
Tespitlerimin yanlışlığına değil -ki cevap yazan İsmail arkadaşımız tespitlerimin tamamına katıldığını ifade etmiştir- benim gibi birinin gelecek ile ilgili endişeye düşmüş olmasına şaşırmış bunu eleştiren bir cevap yazmıştır. Bunu düzeltme adına yazdığım bir karşı cevap vardır.
Sözkonusu yazıda ifade ettiğim görüşlerim halen geçerlidir.
Ama benim geleceğe olan inancımı yitirip yitirmediğim buradaki çoğu kişiyi ilgilendirmez bile. Fakat o tarihte böyle bir anlamın çıkması, günün nazik ortamında istemediğim bir şeydi. Bunu düzeltmek amaçlı yazılmış bir cevaptı.
....
Gelgelelim, yanlış bir görüş öne sürmüşüm gibi, yazımın farklı amaçla kullanılması beni üzmüştür ama şaşırtmamıştır.
Yazım yerinde duruyor. Yanlış bir fikir ve tespit olduğunu düşünmüyorum.
Bir yıl önce, "benim geleceğe olan inancımı yitirdiğim" anlamını değiştirmek kaygım vardı, bugün yok.
Neden yok?
Bir öğretim görevlisi, herkese örnek olması gereken biri, yukarıdaki üslubu kullanıp, sanki yazı yanlışmış gibi bir hava ve polemik yaratmaya çalışırsa olamaz zaten.
Saygılarımla
Naci Yavuz
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Fogbird rumuzlu Sayın Naci Yavuz 'un cevabı çirkindir ve çelişkilerle doludur:

1-Öğretim görevlisine terbiye öğretmek benim haddim değildir diyor ama, terbiye sınırlarını ve dolayısı ile haddini aşarak EDEPSİZ diyor, hakaret ediyor.

2-Bir yıl önce dinlenmiş kafayla yazacağını söylediği yazıyı bir yıl sonra yazmak yerine bana EDEPSİZ demeyi tercih ediyor.

3-Bir yıl önce geleceğe olan inancını yitirmediği halde, inancını yitirmiş gibi yazmış olduğunun farkına vardığını ve bu yanlış anlaşılmayı dinlenmiş kafayla yeniden yazarak düzelteceğini söylediği halde, bir yılın sonunda geleceğe olan inancını yitirdiğini söyleyerek kendi kendiyle çelişkiye düşüyor.

4-Kullandığı üslup çok sert ve saldırgandır.Yazdıkları Grafiker/Reklam ajansı niçin emir eri oluyor? konusuyla ilgili olmayıp tamamen bana hakaret etmeye ve mesleğimi rencide etmeye yöneliktir.

5-Kendisinden konu başlığı ile ilgili değerli görüş ve yorumlarını bekliyorum. Bir yıl önce dediğini yerine getirmesini bekliyorum.

Bana edepsiz demiştir, sözünü geri almasını ve özür dilemesini rica ediyorum.
 
Yukarı Alt